iddianame
Vatandaştan
Özel sayı, Aralık 2011
Gazete dergi karışımı bir yayın. Gaze-der.
Lanet sistemin, yaşam adı altında dayattığı fatura ve kredi hammallığından zaman ve fırsat bulunduğunda güncellenir.  Daha önce tutamayacağım bir sözü verdiğim için okuyucudan özür dilerim.

Partinin paraları
Bağlayın karaları
Nihat’ın, yayınladığım mektuplarından birinde, tüm paraların bir şirkette toplanması fikrinin nasıl çıktığı ve kendisine de haksızlık yapılmaması koşuluyla bunu desteklediği anlatılıyordu (yeniden bakmak için lütfen tıklayın). Nihat’ın katılmayıp benim katıldığım bir toplantıda, söz konusu şirketin Nihat’ın emeklilik fonunu da yutacağı benden gizlenip, fikir benim önüme “işyerinin binası el değiştirecek” formülüyle getirilince, yani düpedüz manipülasyon yapılınca, ben bu öneriyi desteklemiş ama işin gerçeği ortaya çıkınca karşı çıkmıştım. Bu da benim yayınladığım yazımda var (yeniden bakmak için lütfen tıklayın). İşte partinin tüm paraları, Nihat’ın emeklilik ikramiyesinin bir miktarını da yutup şişmanlayan bu meşum şirkettedir. Hepsinin yaklaşık 600 bin sterlin olduğu söylenmektedir.

Olayların uzağında olduğum için nasıl olduğunu bilmiyorum ama bu meşum şirketin de üç ortağı vardı. Vardı diyorum çünkü ortaklardan biri geçen yıl vefat etti: Mıgırdıç Baylık ya da gündelik adıyla Agop. Yine yoldaşın yayınladığım bir mektubunda, adı şöyle geçiyordu: “Agop'un ya da Ahmet'in bunları (yani gerçekleri-EE) anlatması, eşyanın doğasına (yani Nihat’ı rehin alma amacına - EE) ters olur” (yeniden bakmak için lütfen
tıklayın). Baylık benim 1971’den beri çok sevdiğim bir yoldaşımdı ama benim için geçen yıl değil, 1999/2000/2001 yıllarında, bu gazetede sözü edilen haksızlıklarda oynadığı rolü ben öğrenince manen zaten vefat ettiği ve buna o zaman çok üzüldüğüm için, geçen yıl fiziksel vefatına çok üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Cenaze töreni çağrısı parti adına değil şirket adınaydı. Ölene kadar ortakları başında nöbet tuttular ki belki ölmeden bir imza verir diye... Bunlar ölmesinden  daha acıklıydı.

Artık sanırım şirketin üç değil iki ortağı var. Biri Güven, Mercan Köklü adıyla anılan, gerçek adı İsmail Büyükakan olan kişi. Nihat katıldı ama göndermemi istemedi diye yayınladığım yazıda (yeniden bakmak için lütfen
tıklayın) bu kişi hakkında bazı bilgiler var. Burada da yazıldığı gibi bu kişi  2000 yılı Eylül ayında ortak bir arkadaşa şöyle bir mektup yazmıştır:

“Bu arada, adamin biri, kollektifin mali olan bir yerleri kendi adina gecirmis, bir grup serefsize de onaylatmis bu durumu, ve de satisa cikarmis... Igrenc!.. Adam bu ozelligiyle, korkak kalles kancik ve de paranoyak bir lider bozuntusu olarak tarihe gececek... Begenmedigimiz CeKaPe boyle durumlarda ne yapiyor biliyor musun? Takkadanak!.. Tak tak!…”

Gerçekte olan, “kollektif”(?)’in Nihat’ın hakkını gaspetmesidir. Tam tersi bir bilgi kirliliği... Üstelik kirli bilgiyle adamı öldürmekten söz ediyor.

Aynı kişi aynı tarihlerde aynı kişiye bir de şu mektubu göndermiştir:

“1/Nasilsin. Duydugum kadariyla sana gonderdigim bir iki satir ‘meshur’ olmuş. O mektubu bana ‘reply’ yapip aynen gonderebilirsen sevinirim. Cumlelerimi tam olarak nasil kurdugumu hatirlamama yardimci olur. Yanlis bisi soyledigimden degil de, tam olarak nasil ifade ettigimi hatirlamama yardimci olsun diyedir.

”2/Zimmete mal gecirmek her yerde suctur, hirsizliktir. Bunu serefli bir is diye onaylayacak herhangi bir otorite bilmiyorum. Kaldi ki, boyle soysuz, alcakca bir isi bilerek/bilmeyerek onaylamanin serefli bir sey oldugunu iddia eden olursa herhalde cok iltifat gorur.

”Bir olay:
”Biri soruyor, ‘oradakiler’ sana o binayi rusvet olarak verdiler di mi, diyor. Kimisi oyle kimisi degil, diyor karsisindaki. Peki, number one hangi niyetle verdi, diye soruyor ayni kisi. Cevap: Iste onu soylersem olay cikar.

”Bu adama birileri yemiyor icmiyor ayda 3 milyar yardim veriyorlar. Vergisiz, net... Arabasi, evi barki da kendinin. Borcsuz! Bugun! Hala! Almaktan utanan yok! Eskideni anladik ta bugun niye diye soran da yok.

”Yillarini guzel bir dunya icin zevkle, sevincle - o gunler icin bugun hicbir hayiflanma duymadan - vermis birisi, muthis kabaran bir ofke ile soruyor: Ne oluyor? Kimin malini kim hangi hakla ozellestirebiliyor ve kimler buna he diyebiliyor. Ve hangi hakla he diyor. Beni degil uc kurus kazanacagim diye gobegini catlatip yine de olanca namusuyla olanca kibarligiyla meselelere yaklasan, bir ayagi cukurda ‘emeklileri’ ikna edin.

”O nasil sosyal sigorta ki primlerini birileri odeyecek, ikramiyeyi hayatinda hic kendi cebinden prim odememis birine kanuna kitaba uygun deyip verecekler. Ortulu odenek de ayri.

”Burasini meclis mi sandilar ne.

”Yanlista tutarli olmaya hizla dur denmelidir. Ben diyecegim.

”Eger camia kendi icinde bu meseleyi hizla cozme yetenegini gosteremiyorsa, o 
                                                                                           (Devamı yan sütunda)
kadar bile serefi yoksa, olayi, bu hirsizligi kamuoyunun duymasi en dogrusudur. Eger onlar da bu eylemi serefli bulurlarsa, o zaman onlarin serefinden de suphe etmekte ne kadar hakli oldugumu anlamis olurum.

”Sen de biliyorsun ki bu sozlerim senin sahsina degil. Bu ozellestirme eylemi serefsiz bir istir. Buna he diyen, bunda kendince seref bulan acikca bu eylemi sahiplensin. Sozle degil camianin onunde, yazili olarak. Ya da serefli birer insan oldugunu kanitlasin. Yine yazili olarak.

”Lutfen bu mesajimi oy kullanma ruhsati olan herkese ilet de kim ne halt yedigini bir kez daha dusunebilsin.”

“Bir olay” diye neyin kastedildiğini bilmiyorum. Ama bu gazete, burada sıralanan bütün yalanlara yanıtı açık ve net olarak vermekte ve asıl şerefsizin kim olduğunu göstermektedir. Burada ayrıntılara yeniden girecek değilim.

Bu kişi 2000 yılı Eylül ayında bunları yazıyor. Belli ki bu yazdıklarının doğru olmadığını öğrenmiş, Nihat’la arasını düzeltmiş ki, Nihat’ın babası, yani benim de 17-18 yaşından beri baba dediğim ve baba olarak sevdiğim insan 2001 başında ölünce, bu kişiden bir mektup alıyorum. Başsağlığı diliyor ve mektubu “sevgiyle” diye bitiriyor. Hoppalaaaa!  Namertlik bunların ruhuna işlemiş. Diyelim yazdıklarının yanlış olduğunu öğrendin. O zaman delikanlılık, bu yalanları yazdığın kişilere bir düzeltme göndermeyi gerektirmez miydi? Seviyorsan niye yalan dolu mektuplar yazdın? Onlar doğru idiyse, o zaman niye sevgiyle diye biten başsağlığı mesajı yazıyorsun? Benim de bu kişinin o mesajına yolladığım cevabı okumak için lütfen
tıklayın. Bu cevap bugünkü görüşlerimi de aynen yansıtıyor. 

Gelelim şirketin üçüncü ortağına. Mümin Köseoğlu.

7 Ağustos 2003 tarihinde Tüstav yazışma grubunda Nabi Yağcı’ya şöyle bir soru yöneltmiştim:

“Kendisiyle bir Mütevelli Heyeti toplantısı sonrası konuşurken, kendisi bana, bizim içimize adam soktuklarını belirtti, bizim neden kendi aralarına adam sokmayı düşünemediğimizi sordu. Bizim gizli teknik örgütümüz, değil partimizin öteki kanadına adam sokmak, başka sol örgütlere bile böyle bir yaklaşımda bulunmayı aklına bile getirmemiştir. Sorunun cevabı bu. Asıl önemli olan, ben bizim aramıza sokulan kişinin adını istiyorum. Benim e-mail adresime özel olarak da gönderilebilir. İşçinin Sesi olarak kendi uzak ve yakın tarihimizi anlamamda çok yardımcı olacaktır.”

Tabii cevap alamadım. Ama burada altını çizmek istediğim, söylediğini reddetmediğidir. Yani, bana öyle dediği tüm yazışma grubunun önünde doğrulanmıştır. Zaten eşim de tanıktır.

Eğer bu kişi yıllar önce aramızda çalışıp misyonunu tamamlayıp çekilmiş bir kişi olsaydı, sanırım Nabi  adını verirdi. Kanımca bu kişi meşum şirketin üçüncü ortağı olabilir. Kendisi menşevik kökenlidir. Partiliyken bu kişide Nihat’a karşı çaktırılmayan, bastırılan ama arada sızan bir düşmanlık hep sezilebilirdi. Ayrıca partiye karşı da, görünürde bir neden olmadan çemkiren yanıtlarına ve lanet olsun der gibi tavırlarına sık sık tanık oldum. Kendisi  para konusundaki dedikoduların ana kaynaklarından ve kışkırtıcılarından oldu. Ayrıca İngiltere’deki yıldaşlarla, Nihat öldükten bir süre sonra, ben kitabımı yazarken, provokasyon konusunda yaptığımız toplantıda bu kişinin  bana “bir sıkımlık canın var” tehdidinde bulunması da gizli servisçilik çağrıştırıyordu.

Bu tahminim doğru ya da yanlış olabilir. Zaten bu misyonu taşıyabilecek bir iki aday daha sayılabilir. Ama şu kesinlikle doğrudur ki, bu şirketin hayatta kalan iki ortağı, parti paralarının emanet edilebileceği son kişilerdir. Nasıl olup da bula bula bunlar bulunmuştur? Bunları kim bulmuştur? Alanıyla bulanıyla, bu ancak sistemin ve devletlerinin gidişatıyla açıklanabilir. 1990’larda başlayan süreçte her yerde Tayyiplerin sivrilmesi, kimi kurnazların da Tayyipleşmesi gözlenmektedir. Tayyipler Tayyipleri cezbetmekmektdir.

Sürekli sözünü ettiğimiz yavuz hırsız ev sahibini bastırır ve sonunda da öldürür provokasyonu, arkasında devletler olmadan başarılamazdı. Örneğin devlet gibi daha etkin bir örgütün kararı olmadan kongre kararları kongreden iki ay sonra bu kadar cüretle ayaklar altına alınamazdı. Hırsızı yavuz yapan, hırsızlığa bir de katillik katan onlardır. Dolayısıyla bu paraların ne olacağı da onlara bağlıdır. Bir yanda, örneğin bu dava için 11 yıl içeride yatmış değerli bir yoldaşımız sürünürken, öte yanda partinin 600 bin sterlini davasız kalmış, devletlerin keyfine takılmıştır. Devletler bu paraya da tamah ederler ve günün birinde bunu bir yoldan yutarlar mı? Yoksa bir kulpunu bulup, bu paranın “sol” içinde kurulacak yeni yanlış örgütlenmelere, örneğin eski PB üyesi Mustafa Demir’lere vb mi akıtılmasını sağlarlar? Bu da değilse, kendilerine hizmet edenlere ödül olarak mı dağıtırlar? Ya da olmayan partinin parti okulu görünümünde, Yusuf Zamir’in insansız görüşlerine insaniyetten uzak sahipler yetiştirme projesine sempatiyle mi bakarlar? Yaşanacağını hayal bile edemeyeceğimiz kalleşlikleri yaşadıktan sonra, her türlü soruyu sorma hakkımız vardır. Sorduğumuz sormadığımız bütün bu soruların yanıtlarını zaman gösterecektir, ama ne olursa olsun, o meşum şirkette daha bir sürü gariplikler olacaktır. Cinayet bile olasıdır. İki sevgili ortağın birbirini öldürmesinden söz etmiyorum. Devletlerin oyununda rol alınca oyuncak olunur. Bu oyunlar acımasızdır