Nihat 140 bin sterline kendine ve ailesine bir ev aldı. Utanmadan buna da laf ettikleri olgusunu bir kenara bırakıp bana verdikleri 20 bin sterlini de ekleyelim. Oldu 160 bin. Bradwell Lodge’un 120 bin sterlin borcu vardı. Bu iki türlü de düşünülebilir. Ya, parti o evde 10 yıl oturdu, ayda 1000 sterlin gibi o ev için çok düşük bir kira varsayarsak, bu borcu zaten partinin ödemesi gerekirdi diyebiliriz ama biz örnek verirken bile bunu diyebilemeyiz. Ya da tamam bu borç da bizimdi diyebiliriz ve onu da diğer kalemlere ekleyebiliriz. Biz ötekini diyebilemediğimiz için böyle diyelim. Etti 280 bin. 120 bin sterlin Nihat’a verilmesi gerekiyordu. Bu para ne oldu?

O evde oturanların hepsi parti profesyoneliydi. Dolayısıyla bu para geçim için harcanmış olamaz. Geçim alınan ücretlerle sağlanıyordu. Ancak Nihat’ın emeklilik sigortası için harcanmış sayılabilir. Bana göre yıllarca partinin temel direği olmuş ve miras parasıyla uzun yıllar parti işleyişlerini önemli oranda finanse etmiş bir insan için bunu düşünmek bile ayıp ama zaten ayıpların arasında kayıp olduk. Öyle düşünelim. İyi de o zaman Nihat sağken  emeklilik ikramiyesinin neden hepsini gaspettiler? Nihat öldüğünde emekli ikramiyesinin hepsi gasp edilmiş durumdaydı. Böylece Nihat’ın, primlerini kendi ödediği emeklilik, düpedüz çalındı.

Nihat'ın ölümünden sonra, Londra'daki TKP'den yıldaşlarla (yoldaş değil, yıldaş) oturduk, iki konuyu ele aldık. Birincisi, onlara, burada yazdığım provokasyon konusundaki düşüncelerimi yüzlerine söylemek istediğimi belirttim ve toplantı istedim. O toplantıda "bir sıkımlık canın var" diye tehdit aldım. Ama en azından yüzlerine söylemiş oldum. İkincisi, daha dar bir kadroyla emeklilik fonunu yeniden konuştuk. Nihat'tan alınan fonun Nihat'ın eşine verilmesi konusunda anlaştık. Ancak önce fondaki binanın satılması gerekiyordu. Yaklaşık bir yıl bina satılsın diye beklendi. Olabilir. Buraya kadar normal.

Bir yıl sonra, binanın satışıyla elde edilen paranın yalnızca % 40'ını Nihat'ın eşine verdiler. Ayrıca bu para gelene kadar, ona ayda Nihat'a yeni karara göre verdiklerinin yarısı kadarını verdiler. Bir de eski otomobil verdiler. Tabii Nihat'ın tedavi masraflarını da üstlenmişlerdi. Bunların hepsini ekleyip gelen paradan düşsek, yine paranın % 25'i haraç olarak kesilmiş bulunmaktadır ama bence burada asıl ilgi çeken Nihat’ın eşine birden cömertleşmeleridir. Sakın benim yaptığım toplantının etkisi falan sanmayın! Zaten o toplantıda verdikleri sözü de tutmadılar. O toplantının hiçbir anlamı yokmuş. Ele güne karşı “o bizim sevgili yoldaşımızın eşi, tabii yardımcı oluruz” havası atmak için Nihat’ın eşine biraz verdiler çünkü hedefi para değil Nihat olan provokasyonun nesnesi zaten öldürülmüş, provokasyon muradına ermişti. Cömertlikleri bu nedenleydi.  

Nihat sağken, hem emekli primlerini Nihat ödemiş oluyor, hem ikramiyesinin hepsine el konuyor. Halbuki bıraksalar Nihat emekli olsun, ona profesyonel aylığı da ödemekten kurtulacaklardı. Nihat her yönden bağımsız olacaktı. İşte sorun da burada. Primlerini kendisi ödemiş olduğu halde, Nihat’ın, hem emeklilik fonunun kendisi nezdinde % 100’ünü gaspettiler (Yani o görmedi fonun yalnızca %25’inin gaspedildiğini.), hem maaşını düşürdüler. Denklemin tek çözümü provokasyondur, başka, olası bir parasal çözümü  bile yoktur. Görüldüğü gibi, para hesabıyla bile işin içinden çıkılmıyor. 

Belki bunları okurken, ama partinin parası yoktur da ondan böyle yapmıştır diye düşünenler çıkabilir. Vah zavallı parti, artık ne partisiyse... Nihat öldüğünde partinin 600 bin sterlin kadar parası vardı ve hâlâ da vardır. O denklemin de tek çözümü provokasyondur. Bakın bu para hangi ellerdedir. (Lütfen
tıklayın.)
iddianame
Vatandaştan
Özel sayı, Aralık 2011
Gazete dergi karışımı bir yayın. Gaze-der.
Lanet sistemin, yaşam adı altında dayattığı fatura ve kredi hammallığından zaman ve fırsat bulunduğunda güncellenir.  Daha önce tutamayacağım bir sözü verdiğim için okuyucudan özür dilerim.

Denklemin tek olası çözümü provokasyondur
(Sayfa 6'daki yazının devamı)
Biz eve bakmaya gittiğimizde bizi karşılayan kişiyi evin sahibi olan ve evin doğası gereği aristokrat bir aileden gelen kişi sandık. Mükemmel bir İngilizce ve aristokrat davranışlar... Meğer adam uşakmış. Evin sahibi geldi. Doğu Londra Cockney aksanıyla İngilizce konuşan zengin bir toptancı.

Biz buranın parti merkezi olarak kullanılacağını bildiğimiz için, bu evi tarihinden ayırmadan alalım dedik. Ayrıca böyle bir evi tarihinden zaten ayırmamak gerekliydi. Paramız evi almaya hemen hemen yetti de evdeki eşyaları almaya yetmedi. Bunun üzerine 20 yıllık kredi çektik ve 120 bin sterlin borçla aldık. Bunun önemli kısmı evin değil, eşyaların borcuydu.

Neyse evi aldık, taşındık. Dış binaları hariç, 15 odalı bir evdi. Parti’nin ihtiyaçlarına göre örgütendi. Orada çok güzel günlerimiz de, zor günlerimiz de geçti. Önemli işler başardık, önemli konuklar ağırladık, unutulmaz zorluklar da yaşadık. Bu arada parti matbaasının ihtiyacı oldu, ev ipotek edilip kredi alındı. Partinin başka şirketinin ihtiyacı oldu, yine ev ipotek edilip kredi alındı. Bu ev bizimdi, bizim özel mülkiyetimizdi. Ama biz partili olduğumuz için partiden yana kullanılmaktaydı.

1990 yılında ben partiden ayrıldım. Düşmanca bir ayrılık değildi. Evin yarısı benim, çıkın buradan diyecek değildim. Bu aralar, ayrılmadan önce mi sonra mı hatırlamıyorum, evin bahçesinin bir bölümünü, yandaki okul satın almak istedi. Orayı sattım, paranın yarısını Nihat’ın kızı için eğitim fonuna yatırdım. Dolaylı tafra yapanlar oldu ama kimse açıktan sen böyle yapamazsın diyemedi. Bunu demek büzük isterdi. Ev benim, karar benim, sana ne derdim.

Derken ben Türkiye’ye kesin dönüş yapmaya karar verdim. Dönüş sürecinde Nihat’la birlikte düşündük, benim çok fazla paraya ihtiyacım olmayacak, bana biraz toplu bir para verilir, ben onunla giderim Türkiye’de bir hayat kurarım. Sonradan evin üzerimdeki hissesini Nihat’ın eşine bırakma konusunda da anlaştık. Neden? Bir, onların çocukları var, iki ben zor duruma düşersem nasılsa paylaşırlar diye. Ben evi partiye bırakmadım. Bir adam ayrıldığı partiye mal bırakır mı? Elbette bırakmaz. Malını bırakacağı bir parti olsa zaten ayrılmaz. Ama bana 15-20 bin sterlin kadar bir toplu para gerektiği için, partiden bazı yıldaşların da katıldıkları bir toplantı yaptık. Çünkü Nihat öyle bir toplu paraya sahip değildi.

Benim evle ilişiğim kesilmişti. 1994 yılında Londra’dan provokasyon kokuları gelmeye başladı. Ozan Önce diye bir zatın yanısıra, Dev Sol bile bizim örgüt paralarının hesabını sormaya kalkıştı. Bu süreçte Bradwell Lodge 400 bin sterlin gibi çok düşük bir fiyata satıldı. Evi yakında oturan bir İngiliz aldı. Epey masraf yapmış, evi tamir ettirmiş, geçen yıl 2,5 milyon sterline satılıktı. Bizim zamanımızda ev güzeldi ama soğuktu, damı birçok yerinden akardı, bir sürü yeri tuttun mu elinde kalırdı. Şatoda oturduğumuza ilişkin dedikodular çıktığında, ben önemli bazı arkadaşları eve çağırdım, yaşayıp görsünler diye. Bu evin, onların Londra’da oturdukları evlerin konforuyla uzak yakın ilgisi olmadığını gözleriyle gördüler. Evin hem tarihi, hem şimdiki halinin resimlerini şu linkten görebilirsiniz:
<http://www.google.com.tr/search?
q=bradwell+lodge+essex&hl=tr&prmd=imvns&source=lnms&tbm=isch&ei=Bm3h
TvDuA8TKswb4ofGEBA&sa=X&oi=mode_link&ct=mode&cd=2&ved=
0CBoQ_AUoAQ&biw=1600&bih=805>

Ev 400 bine satıldı dedim. Partinin aldığı kredi taksitlerini hiç hesaba katmıyorum, o borçlar zaten partinin borçlarıydı. Şimdi bir hesap yapalım:
                                                                                           (Devamı yan sütunda)
Güven,
Mesajını aldım ve çok şaşırdım. Baş sağlığı diliyor ve “sevgiyle” diye bitiriyorsun. İnsanın ve sevdiklerinin, saydıklarının başına edin, onları şerefsiz olarak nitelendirin, sonra baş sağlığı dileyin. En büyük kabalığı, nefreti ve hasetliği gösterin, sonra “sevgiyle” diye biten mesaj gönderin. Siz ne kadar oyuk kaşer küçük burjuvalarmışsınız... Artık tıbben de hasta durumdasınız.

Sana Güven diye hitap etmek bile istemiyorum, ne sevgine, ne insanlığına, ne komünistliğine zerre kadar güvenmiyorum. Hatta daha da öteye gideyim, ya ajanlar seni örgütledi, ya sen ajansın ve hasetleri kalleşleri örgütledin. Farketmiyor. Ortalığı kızıştırmak, insanları kışkırtmak için yazdığın mektuplarında değindiğin bütün noktalar hayata geçti. Çoğunluğun karşı görünmesine ve kongrenin kararlarına rağmen, yoldaşın emeklilik fonuna haksız yere el kondu, parası kesildi. Plan yerine getirildi. Üstelik ne raslantıdır ki, tam da bizim ev yanmışken (ben yangının sabotaj olmadığını söylemiştim ama yan evde elektrik kontağından çıktığı söylenen yangının çıktığı katta elektrik tesisatı yokmuş ve mahallenin bütün çocukları yangın günü hava yağmursuz olduğu halde yıldırım düştü diyorlar), ben perişan bir durumdayken, evle ilgilenmek zorundayken ve yine ne raslantıdır ki İngilizler bana vize vermezken, yoldaş, ağzını doldurarak “parti” kelimesini telaffuz ettiği için kendini komünist sanan bir avuç baldırı çıplağın elinden düşük bir maaş alma konumunda rehin edildi.

Kanımca Ozan Öncü adıyla, Dev Sol şapkasıyla başlatılan ve 1994’ten beri süregelen senaryonun son demlerini yaşıyoruz. Orada bulunup da Türkiye komünist hareketine çok yararlı olabilecek üç-beş kişinin en önemlisi “başarıyla” kızağa çekildi. Sen de 2000 model Ozan Öncü’lerden birisin. Senin yazdıklarından bir tek takkadanak henüz gerçekleşmedi. Belki sıra ona geliyordur. Yalnız bu konuda  şunu belirteyim ki elinde tabancayla birinin onu vurması gerekmez. Bilindiği ya da tarafınızdan bilinmediği gibi, artık halkımız faili meçhulleri kaldıramadığı için cinayet olduğu meçhul cinayetler başladı. Yani bir araba kazası, bir kalp krizi vb. bile bizce kuşkuyla karşılanacaktır.

Şerefsiz dediklerin arasında baş sıralarda yer tutma şerefini taşıdığım için, dediklerime de pek aldırmaman gerekir. Ama yine, şerefsiz dediğine sevgiyle diye mesaj yollamak gibi bir tutarsızlık yapıp aldıracak olursan, ajan dediğim için istediğin kadar ağlayıp tepinebilir, beş on şişe de içki içebilirsin.Yoldaşa bunları yapmaya her kim önayak olduysa ajanlık yapmıştır. Bu kadar net. Ancak postmodern ajanlık oldukça alışılmadık bir olgu. Kadroya eskisi gibi adam alınmıyor. İnsaniyetten yoksun olan, kişisel gıcıklarını kişisel sınırlarda tutmayı başaramayan, hasetlik duyan, korkak kalleş olan, kişiliği zaten parçalanmış bulunan vb. insan parçaları, bazen parça olarak, bazen bütün olarak,  bazen parayla, bazen parasız, piyon olarak kullanılıyor. Yani ajanlık felsefi olarak insaniyetsizlikle, karaktersizlikle başlıyor. İnsaniyetin yoksa, sistem hemen seni ajanlaştırıyor. Kadroda olsan da olmasan da aynı sonuca varıyor. Bununla bağlı olarak, son on küsur yılda, üniformalı polisler ya da kadrolu MİT ajanları, sol hareketlerin yönetimlerinde bulunan ve insaniyetsizlik aracılığıyla sistemin doğal ajanı olanların yanında solda sıfır kalmıştır. 
                                                                                               (Devamı yan sütunda)
Nihat'a takkadanak diyen mektubu yazan, babamız ölünce sevgiyle başsağlığı diliyor
Belkemiksizliğin bu kadarı da artık fazla geliyor

Babası oğluna bağ bağışlamış, oğlu babasından bir salkım üzümü saklamış... Eğer sizde insaniyet olsaydı, üzüm sakınan durumuna düşmez, yahu adam bu kadar mal mülk feda etmiş, emeklilik elbette hakkıdır derdiniz. Sizin yoldaşa ve bana teşekkür borcunuz varken, yaptığınıza bakın. Hem de en adisinden. Adam ayda 3 milyar alıyor diye Türkiye’de yaşayan bir kimseye yazmak kışkırtmacılıktır. Aziz orada ahçı olarak ayda 2.5 milyar kazanıyor. Ali Hikmet matbaacı olarak 4 milyar kazanıyor. Aynı mektupta Türkiye’de yaşayan birinin bilemeyeceği bu bilgileri de niye yazmıyorsun? Niye internete yazını Rahmi adı ardına saklanarak yazıyorsun? Sizde karakter kunegliği var. Bu çingenecedir. Anlamını bir gün öğrenirsiniz.

Sen yoldaşla benim partiye neler harcadığımızı bilmiyor musun? Bilmen gerekiyor ama 1994’te de yaptığınız gibi, nedense hep bilmemezlikten geliyorsunuz. O zaman da Dev Sol’a çıkıp, size ne lan, adam yiyorsa kendi parasını yiyor diyemediniz. Yoldaşla biz, ailelerimizden kalan, Ankara’nın Balgat semtinde 70 küsur dönümlük bir arazinin tamamı, Ankara Ulus’ta koca bir işhanının, Kavaklıdere’de bir apartmanın, Çubuk’ta bir çiftliğin, İstanbul Büyükada’da bir yalının yarısı, Ankara Küçükesat’ta ve İstanbul Etiler’de birer apartman dairesinin tamamı kadar mal sahibiydik. Bunların bugünkü parasal değeri TL olarak trilyonlar, sterlin olarak milyonlardır. Para yiyen adamın bunlara birşeyler katması gerekirken bugün ikimizin mal varlığı bu getirilen zenginliğin yirmide, otuzda biri, yaşam düzeyi ise böyle bir zenginliğin sağlayacağının yüzde biri  kadar bile değildir. Demek ki para yeme değil, yedirme söz konusudur. Bundan bizim bir şikayetimiz yoksa, size bok yemek düşer. Sizin para yemeyi konu etmenizin, bulanıklık yaratmanızın, provokasyondan ve küçük burjuva hasetliğinden başka hiçbir zemini yoktur. Ortada tiksinti verici bir hakkaniyetsizlik, vefasızlık, kaypaklık ve iktidarsızlık vardır. Teşekkür edeceğinize, adamın kendi getirdiği ve küçüklük etmemek için ikide bir yüzünüze vurmadığı parayı mallanıp, sonra da para yedi diye onu karalamaya çalışıyorsunuz.

Bradwell Lodge’un ödenen taksitleri ev borcunun değil, biz evimizi partiye borç almak için iki kere ipotek ettiğimiz için, ipoteklerin taksitleriydi. (Evin de taksidi vardı, unutmuşum. Önemli değil. Onlar ondan fazlasını çaldılar, ben yalnızca yazmayı unuttum. EE) Ev bizim evimizdi. Ben kitchen garden satılınca belli bir miktarını Dide’nin eğitim fonuna yatırdığımda neden kimsenin büzüğü sıkıp da yatıramazsın demedi? Esen der gibi oldu ama konuyu fazlaca üsteleyemedi. Sonunda benim değil mi, size ne dedirtmek istemedi. Ben de kibarlık edip konuyu üstelemedim. Ben partiden ayrılırken, kaç para alacağım konusunda tebligatta bulundum ve hiç kimse itiraz etmedi. Neden? Çünkü o mallar partinin malı değildi. Parti yalnızca kendi borcunu ödemekteydi. Partiden ayrılırken ben hissemi Nihat’a ve Sırma’ya bıraktım. Dide için olduğunu da özel olarak vurguladım. RY yediyse kendi parasını yedi. Ama siz onu bile engellediniz, adamın emekliliğine el koydunuz. Yuh size be. Bir de utanmadan mektubunda adam cebinden mi ödedi diye soruyorsun. Tabii cebinden ödedi. Ama siz adamın cebinden ödediği emekliliği çaldınız. İngiliz devletine mi, TC’ye mi yoksa ikisinin karmasına mı çalışıyorsunuz? Zaman gösterir.
                                                                                  (Devamı için lütfen
tıklayın)