iddianame
Vatandaştan
Özel sayı, Aralık 2011
Gazete dergi karışımı bir yayın. Gaze-der.
Lanet sistemin, yaşam adı altında dayattığı fatura ve kredi hammallığından zaman ve fırsat bulunduğunda güncellenir.  Daha önce tutamayacağım bir sözü verdiğim için okuyucudan özür dilerim.

Öte yandan benim tarihini yazmadan bilgisayara aldığım ama 2000 yılındaki meşum MK toplantısından sonra olduğu anlaşılan bir mektubumda şöyle demişim: "İki gün önce Ingiliz Konsolosluğu'ndan aradılar, belgelerinizi getirin vizevereceğiz diye. Dedim bizim ne vize ne bilet paramız var, evimiz yandı, gelirim konuşuruz ama vize istemiyorum. Gideceğim, konuşacağım. Başvuruyu geri çektiğim halde aramaları çok ilginç." Gerçekten de çok ilginç. Vize vermezken  tutumları o kadar garipti ki. İçişleri Bakanlığı'ndan yanıt bekliyoruz, bu da bir yılda gelir! Ben toplantıya gidemedim, iş halloldu. Bu garip tutumu temizleme ihtiyacı duydular.

Neyse, vefasız ya da ajan (farketmiyor, çünkü insaniyetsizlik bu sistemin doğal ajanıdır) olanların yalan karalamalarıyla, Türkiye ve İngiltere devletlerinin
provakatör katkılarıyla uğraşmaktan hiçbir iş yapamadık. Kongre kararları hiçe sayılıp, Nihat da bu konunun tartışılmasını istemeyince, bana çekilmekten başka yol kalmadı. Çoğunluk olmayı beklemeye gerek yoktu, herşey zaten biz sözde çoğunlukken olmuştu. Provokasyon çoğunluğu aşıp hedefini vurmuştu. 

Ona yazdığım ayrılık mektubunu, "
Seninle bunca fikir ayrılığıma rağmen, inan ki sana güveniyorum ve bir tek sana güveniyorum" diye bitirmişim. Hayatımda ilk kez Nihat'ın fotoğrafını evde duvara astım. İçim yanıyordu, hissediyordum hayatının tehlikede olduğunu... Derken Nihat hastalandı. Son derece geç ve güç olarak kanser teşhisi kondu. Bunun suçlusu en azından bilinçli yaratılan provokasyondu. En azından dedim, çünkü daha fazlası da olabiliyordu. Aynı tarihlerde Microsoft UK web sitesinde şu habere yer veriliyordu: Karşı taraftakine sancı veren bilgisayar oyunu bulundu. Hem de bir genç bulmuşmuş. İlahi genç!

Hep kara para aklamaktan söz ediliyor. Ama bu sistemin elinde çok öldürücü teknolojiler vardır. Bunlar da aklanmaktadır. Nitekim o haber kanımca kara teknoloji aklamaydı... Yani demek istediğim şu ki, karşı taraftakine sancı veren bilgisayar oyunu bulunduysa, internet kanalıyla sinir manipülasyonu da yapabiliyorlar. Belki Nihat'a da onu yaptılar. Ancak bunun başarılı olabilmesi için yaratılan stresin, Nihat'ı sinir manipülasyonu karşısında zayıf düşürmüş olması gerekirdi. Bunu da provakasyonla sağladılar.

Nihat Türkiye'ye dönüp, TKP'yi legal olarak kurmayı planlamaktaydı. O açık kafalıydı. Onun kuracağı TKP tüm komünistleri içtenlikle kucaklayacaktı. Nihat'ın zengin fikir önerileri vardı ama parti fikir farklılıklarına açık olacaktı. Dinamik bir bilimsel tartışma ortamı yaratarak, komünist hareketin sorunlarına elbirliğiyle çözümler bulacaktı. Tartışmalarını, sorunlarını halka açacaktı, halkla kucaklaşacaktı. Alışılageldik kalıpları aşacaktı. Onun kuracağı bir TKP önemli bir reel ağırlık taşıyacaktı. Nihat, Türkiye'deki siyasetçi standardının kat kat üzerinde kalitede bir siyaset adamıydı. Bu, Türkiye'de sağlı sollu bir sürü hesabı bozacaktı. Onun için de kanımca sağlı "sol"lu çalışma yapıldı. Biri suyu bulandırdı, ötekisi balığı avladı.
           
                                                            
Bu da benim kalemimden: Provokasyona tanıklık ediyorum
(Sayfa 3'teki yazının devamı)
 
... İzmit davası kötü yasalar açısından bile gülünç, hiç açılmaması, açıldıysa hemen görevsizlik kararı verilmesi gereken bir davaydı. TKP İşçinin Sesi'nin Yürükoğlu'ndan sonra ikinci adamı olarak ben, bu davadan yargılanan arkadaşların bazılarını cezaevinde ziyarete gittim. Yerim belli, görüşlerimi açıkça savunurum. Beni tutuklamadılar, davaya katmadılar.  Çünkü bu davanın ana amacı, R.Yürükoğlu'nu firari sanık ilan etmekti.

...Davanın sonunda bunun minareye kılıf olduğunu iyice belli etmişlerdir. 2000 yılı sonlarında sonuçlanması gereken davanın en son celsesinde, mahkeme heyeti değişecek diye kimsenin anlayamadığı bir erteleme geldi. Meğersem, o aralarda Şartlı Salıverilme Yasası çıkacakmış. Hiç açılmaması gereken bu garip davanın sonu, kararla değil, şartlı salıvermeyle bağlandı. Yani insanların ve en başta da R.Yürükoğlu'nun tepesine, beş yıllık bir Demokles'in kılıcı durduk yerde asılı kaldı....

Bu davanın şartlı salıverme ile sonuçlanmasıyla asılan kılıç yetmedi, ardından yeni bir dava,  Zonguldak davası açıldı. İzmit davası sırasında ben parti dışındaydım ama bunun açıldığı tarihte partideydim, birkaç kez Malta'da Nihat ile görüşmeye gittim ve ben hayatımın hiçbir noktasında görüşlerimi gizlemedim. Yine kimse bana gelmedi. Zonguldak'ta birinin üzerinde yayın çıkmış, TKP davası türedi. Yürükoğlu yeniden firari sanık ilan edildi. Aynı sıralarda TÜSTAV İşçinin Sesi CD'leri hazırlamakta olduğu için bana İngiltere'den koca bir kutu İşçinin Sesi geldi ve eşimle gittim onu gümrükten aldım. Kutuyu açtılar, baktılar ama kimse bir şey demedi.

Böyle hukuk uygulaması olmaz. Cumhurbaşkanı kişiye özel hukuk olmaz diyor, görsün nasıl Yürükoğlu'na özel "hukuk" uygulamaları olmuştur. Ayrıca, bana da özel uygulama olmuştur. Firari ilan edeceklerine önce firari olmayana buyursalar ya. Ama çeşitli nedenlerden buyurmazlar. ...

Buraya, kitabı yazarken unuttuğum ama bu gazeteyi çıkarırken yeniden farkına vardığım ilginç bir iki noktayı daha ekleyeyim. Nihat'la yazışmalarımızı, yüreğim kaldırmadığı için 10 yıldır okumuyordum. Şimdi okuyunca yazışmalarımızdan ilginç iki noktayı daha hatırladım. Nihat, daha önceki sayfada yayınladığım mektubunda, İngilizler'in pasaportuna özgür kalış damgası basmadıklarını ve başvurmadığı halde ona İngilz pasaportuna başvurmuş muamelesi yaptıklarını söylemiş. Mektubu yeniden görmek için burayı
tıklayın. Yani Türkiye devleti Türkiye'ye dönmesin diye firari sanıklıklar icad ederken, İngilizler de orada rahat kalabilmesi ve gezebilmesi için bir dümen çeviriyorlar. Mesaj: Sen Türkiye'ye dönme, burada rahat kal, bizim pasaportla Türkiye hariç istediğin yere git. "Türkiye hariç"ini Türkiye devyeti sokuyor cümleye.
                                                                                          (devamı yan sütunda)

Nihat'ı öl-dür-düüü-ler!

Bunu kabul etmeyenlerin en az benimki kadar gerçeğe dayanan,
bütünsel, tutarlı bir tez sunmaları gerekir. Bu konu laf salatasıyla geçiştirilemeyecek kadar önemlidir. Nihat’ı genç yaşında kaybettik ama en azından ölümü tarihe doğru, öldürüldü diye geçmelidir.
Posta adresi:
Lynden Hill Clinic
Linden Hill Lane
Kiln Green, Nr. Twyford, Berkshire
RG10 9XP Büyük Britanya
Tel +44 (0) 118 940 1234, Faks +44 (0) 118 940 1424
Email Genel Sorular:
enquiries@lynden-hill-clinic.co.uk
Carole Easton:
caroleeaston@lynden-hill-clinic.co.uk
Geraldine McHugh:
geraldinemchugh@lynden-hill-clinic.co.uk
Dr Charles Innes Md
(Gerson Doctor)
Central and West London
Mobil: +44 (0) 7976 727 186
Email:
info@drinnes.co.uk

Korktuğum başıma gelmiş, Nihat kanser olmuştu. Teşhis neredeyse bir yıl sonra, çok geç konmuştu. Kanser bağırsağı da karaciğeri de vurmuştu. Doktorlar yılı aşkın süredir boğazındaki rahatsızlığın, karaciğerden bağırsağa giden portal damardaki tıkanıklık nedeniyle boğaz varisinden olduğunu bir türlü anlamadılar. Onlar anlayıncaya kadar kanser epey yol aldı.

Nihat benim de önerimle Gerson terapiyi seçti. Eşi çalıştığı için, 25 Kasım’da, hastaneye yattıktan sanırım birkaç gün sonra refakatçi olarak yanına ben gittim. Klinik havaalanından uzaktaydı. Oraya gidene kadar yolda konuştuklarım, görünüşünden birşeyin belli olmadığını, iyi göründüğünü vb söylediler. Böyle bir hazırlıkla gidip onun yüzünü görünce başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Yüzü de gözlerinin içi de acı sarıydı, karaciğer çok hastaydı. Böyle içinden çıkamadığım durumlarda bana uyku basar. Yapmam gerekenleri elbette yaptım ama kendime gelene kadar günlerce oturduğum yerde uyukladım. Nihat sürekli benim uykumla dalga geçti.

Nihat’a 25 Kasım-7 Aralık arasında sık sık ziyarete gelen başka arkadaşların ve hafta sonları da ailesinin yardımlarıyla, ana olarak ben baktım. Bu süreçte 5 gün de Gerson terapinin kursuna katıldım. Eve çıkıncaya hazırlık olarak. Hastane Gerson terapi hastanesi değildi ama kurs hastanede verildi. İngiltere’de hâlâ en iyi Gerson terapi doktoru sayılan Dr. Charles Innes, hastanedeki doktorla koordinasyon halinde dışardan yönlendiriyordu tedaviyi.

Tedavi sürecinde birkaç gün hiçbir değişiklik olmadı. Bir gün hastanenin Güney Afrikalı genç bayan doktoru yine muayeneye geldi. Kanserli bölgeyi uzun uzun dinliyordu. Dinledi ve neşelendi, dedi çok güzel bir hareket var. Gerçekten birkaç gün içinde lavmanda plasenta gibi birşey çıktı, bağırsaktaki tümorun kılıfı olduğunu öğrendik. Bu arada karaciğerin şişi indi. Artık gündüzleri Nihat’la aşağı iniyorduk, o
                                                                                           (devamı yan sütunda)
içerde oturma odasında oturuyordu, ben de pencerenin hemen dışında sigara içiyordum. Etrafta rahatsız olacak insan yoksa, biraz yüksek sesle de olsa konuşabiliyorduk. Bir süre sonra buradan çıkıp tedaviye evde devam edileceğini hesaplıyorduk.

Bu arada hastanede, ilginçliğini Nihat'ın ölümünden aylar hatta belki bir yıldan fazla bir süre sonra anladığım bir olay oldu. Doğal ilaçlarını çoğu zaman personel veriyordu, ama bazen de ben veriyordum. Bana özel, miktarları yazılı olarak verilmişti. Bir gün ben ilacı verirken, bir hemşire geldi, o ilaç o kadar değil, onun yarı dozu verilecekti dedi. Peki, neden bana verilen kağıtta başka türlü yazıyor diye sordum. Bir hastabakıcının yanlış yazdığını ve onun hep birkaç gündür yanlış yaptığını söylediler. Duvardaki kağıtta da öyle yazıyordu zaten. Yanlış düzeltildi. Ama dediğim gibi, işin önemini ben sonradan anladım.

Okuduğum Gerson kitabı çok eski bir kitaptı. Onda olmayan, ona ek olarak sonradan çıkartılmış Gerson broşüründe yazılı bir bilgiyi Nihat öldükten uzun süre sonra, bir arkadaşımızın eşi hasta olunca okuyordum, söz konusu ilacın,
                                                                            (devamı için lütfen
tıklayın)