Derin devlet... Belki de Türkiye, böyle bir kavramın bu kadar sık ve yaygın kullanıldığı tek ülkedir. Çünkü görünmez bir el, sürekli birşeyler becermektedir ve bu herkes tarafından sezilmektedir. Tayyip bey bile derin devletten söz etmekte, hatta tanım vermektedir:

“Derin devlet denilen devletin kendisi ya da devlet kurumları değildir. Derin devlet, devlet kurumları içinde hukukun dışına çıkılan çeteleşmelerdir. Bu tür çeteler ta Osmanlı'dan beri vardır.”(Hürriyet,  6/2/2007)

“Derin devlet, kurumlar içinde kendi anlayış veya kutsalları adına yetkilerini aşarak, hukukun dışına çıkmak suretiyle oluşan çeteleşmelerdir.”(Hürriyet, 7/2/2007)

Bu tanım, asıl olarak, normal, sığ, gözüken devletin son on yıllardaki resmini çizmektedir. Derinlerde değil, işler zemin katta, açıktan böyledir. Paranın açmadığı kapı yok gibidir. Adamın varsa, herşey yapılabilir. Herhangi bir devlet dairesine gidin, en az bir, bazen birden çok gruplaşma ayırdedilebilir. Örneğin, İstanbul vergi dairelerinde neler neler dönmektedir. Beyoğlu’nda bazı polislerle yankeseciler arasında açıktan pazarlık yürüyebilmektedir. AKP de, ne pahasına olursa olsun işini yaptırmak isteyenlerin ağırlıkta olduğu bir “parti”(?)dir. Saymakla bitmez.

Tayyip bey, derin devlet değil, çürük devlet tanımı vermektedir. Süreyi Osmanlı’ya kadar uzatarak, yalnızca cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzunca bir döneme değil, Osmanlı’ya bile hakaret etmektedir. Son on yıllardaki çürüklük, Osmanlı’yı fersah fersah geçmiştir. Eh, derin devlet, derin devlet tanımı verirse, ancak bu kadar olur!

Devletin derin faaliyetleri ve derin devlet farkı
Kapitalist sistem ayakları üzerine kalkar kalkmaz karşısında işçi sınıfını bulduğu için, burjuva devlet, sistemi sağlama alacak örgütlenmeleri her zaman içinde barındırmıştır. En demokratik biçimi altında bile özünde burjuva diktatörlüğü olan devletin bu örgütlenmelerinin bazıları, bildiğimiz, açık ve yasal baskı aygıtlarıdır. Bazıları ise devletin derin faaliyetleri çerçevesinde, gizli ve yasa/denetim ötesi çalışır. Bunlara ilişkin yasalar olsa da, bu yasalar ayrıntıya hiç yer vermeyen çok genel yasalardır. Emperyalizmin oluşmasıyla, bir de uluslararası boyut ortaya çıkmıştır. Yani emperyalist devletlerin başka ülkelerdeki derin faaliyetleri. Sonra, NATO gibi emperyalist-militarist birlikler ve onların derin faaliyetleri... Bu faaliyetleri yürütmüş örgütlenmeler konusunda çeşitli adlar ve bilgiler ortada dolaşmaktadır. Kontr-gerilla, Gladyo gibi.

Bu faaliyetlere, bunları yürüten resmi örgütlenmelere, onların uzantısı olan sivil ağlara derin devlet demek ne derece doğrudur? Kanımca yanlıştır. Çünkü sonuçta, az ya da çok, şu ya da bu devlet/devletler topluluğu bunları yönetmektedir. Bunlar zaman zaman denetim dışına çıkıp bağımsız davranmaya ve devleti derinden yönlendirmeye başlasa da, bu geçicidir. Kalıcı olan devletin onları yönetmesidir. Sömürge konumunda bir ülkede, başka bir devletin uzantısı etkili olduğu zaman bu, normal devletin yanısıra, derinlerde ikinci bir devlet olarak ele alınabilir ama bu o ülkeye göreli bir değerlendirmedir. Genel geçerli değildir. Burjuvazinin halktan korkusu arttıkça, devletin, halkla az ya da çok ilişkili olan yasama erki zayıflar, giderek yürütme erki ağırlık taşımaya, diktatör özü sırıtmaya başlar. Söz konusu derin faaliyetler devletin yürütme erkine bağlıdır. Ama devletin bir erkine bağlıdır, devlet ona bağlı değildir. 

Kanımca bunlara derin devlet demek doğru değildir ama neyin kastedildiği net olduktan sonra, ne ad verildiği, kontrgerilla adı hariç, önemli de değildir. Kontrgerilla hariç dedik çünkü kontrgerilla, derin devlet kavramını daraltan, yalnızca gerillaya karşıymış gibi yansıtan bir addır. Dünyadaki bir sürü “gerilla” örgütünün devletlerle bağlı olduğu düşünülürse, bu ad, derin devlet kavramını yalnızca daraltan değil düpedüz çarpıtan bir ad olmaktadır. Bunun dışındaki adlar önemli değildir, derin devlet de denebilir. Önemli olan şudur: Ne ad verilirse verilsin, 1990’lardan sonra durum 180 derece değişmiştir.

Ne demek istediğimizi bir örnekle anlatalım. Denizde yüzen bir adam düşünün. 1990 öncesinde bunun suyun altında kalan ayaklarına ellerine derin devlet deniyordu. Oysa en önemli organları görünür durumdaydı. Beynini taşıyan kafası tümüyle suyun üstündeydi. 1990’lardan sonra adam, amuda kalkmış yüzüyor. En önemli organları, beyni, kalbi suyun altında kalıyor. Bu nedenle, bana göre asıl derin devlet budur. Devletin derinden yönetilmesi... Suyun üzerinde gördüğümüz, önemsiz organlar oluyor.
Örneği biraz daha detaylandırırsak, gerçekte 1990 sonrasındaki adam da farklıdır. Bu adam 1990 önesinde dalgıç olarak, derinlerden bir sürü iş çeviriyordu. 1990 dolaylarında, öteki adamı ele geçirdi, kullanabileceği bir sürü organını aldı, kendisi yine daldı, ayakları suyun üzerinde kaldı. 
Bu değişim neden ve nasıl oldu?

Sıkıyönetimde normal devlet olmaz
Herkes küreselleşmeden konuşuyor ama küreselleşmenin getirdiği yalnızca bir-iki değişiklik algılanıyor. İşte hammaddeler taa şuradan geliyor. Bak Çin malları tüm dünyayı sarıyor. Vb. Tabii insanlar çok da haksız sayılmazlar. Bunun daha ötesi algılanmasın diye sistem elinden geleni yapıyor. Dolayısıyla eski bazı yargılar, birer önyargı olarak ortalıkta dolaşıyor. Örneğin, ABD hegemonyası da küreselleşti deniyor. Öyle ya, ABD taa nereden gelip Irak’a giriyor. Nasıl denmesin? Oysa Saddam adamı olursa, Vietnam gibi ciddi karşı koymayacağı baştan belli olursa taa oradan gelip girmek çook kolaydır. Dünya da, sistem de, liderlik de, ABD de çok ciddi sorunludur. Küreselleşme fırsatından yararlanarak ABD böylece dünyayı ele geçirmiş olacak diye birşey yoktur.

Küreselleşme, bu sürece kim damgasını vuracak sorusunu beraberinde elbette getirmiştir. Ancak, kapitalizmin kâr hadleri 1960’lı yıllardan beri düşmektedir. Bu, parsa paylaşımını kritikleştirmiştir. Bu sistemde hegemonya, tereyağından kıl çeker gibi zaten yürüyemezdi, artık hiç mi hiç yürüyemez duruma gelmiştir. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası işlemiş, eski üçüncü dünya ülkeleri arasından bir sürü emperyalist güç belirmiştir. Yani, parsa paylaşımı zaten kritik durumdayken, pay isteyenler zebil gibidir. 

Küreselleşme, üretim güçleri açısından dünyanın tek bir ülke gibi olması demektir. Tek ülke ise, eğer bu gelişmenin önü kesilmeyecekse, tek devlet diye özetleyebileceğimiz mülkiyet ilişkileri bütününü gerektirir. Ancak, kapitalizmin kâr hadleri bir yandan düşerken, öte yandan, küreselleşme nedeniyle, tüm dünyada eşitlenme eğilimindedir. Kâr hadleri her yerde eşitlenirse, emperyalizmin, kaynağı kâr hadlerinin çeşitli ülke ve alanlarda farklılaşması olan süper kârı, yani bizatihi emperyalizmin kendisi eriyecektir. Bu nedenle, küreselleşmeyi dizginleme işi gündemdedir.

Kâr hadleri düşerken, kâr hadlerinin küreselleşme nedeniyle dünyada eşitlenme eğilimi beliriyor, emperyalizm tehlikeye giriyor. Kâr hadlerinin düşmesi yetmiyormuş gibi, bir de emperyalizmin sonu görünüyor. Bu kapitalizm için çifte ölüm demektir. Çünkü kapitalizm, kâr hadlerinin düşmesinin getirdiği tehlikelerin üstesinden, 19. yüzyıl başlarında emperyalizm ile gelmişti. Şimdi hem kâr hadleri düşüyor, hem emperyalizmin sonu görünüyor. Sistem için, var olup olmamakla özdeş, çok olağanüstü bir durum beliriyor.

Dünyanın, sistemin içinde bulunduğu bu içleracısı koşullar karşısında ABD’nin durumu daha da içler acısıdır. Bu sorunlarla tek başına ve normal zamanlardaki liderlik yöntemleriyle başetmesi asla olanaklı değildir. Artık çoklu liderlik, merkezi yönetim, çok farklı liderlik yöntemleri ve radikal önlemler gerekmektedir. Sistem sıkıyönetime geçmiştir.

Kamuoyu savaşlarının aracı ortak derin devlettir
Sıkıyönetimi kimler, nasıl uygulayacak? Bu sistem için bu sorunun cevabını savaş verebilir ve vermektedir. Ancak, bildiğimiz eski tür gerçek savaşın zamanı geçmiştir. Devletler ne vatandaşlarına, ne ordularının tabanlarına bu konuda güvenebilir. Zira, herkes sevgi, barış, güzellik, adalet, eşitlik, vb,  istemekte, kandan nefret etmektedir. Ayrıca küreselleşme tüm mülkiyeti içiçe geçirmiştir.Yani diyelim Almanya ABD’yi vurursa Alman yatırımlarını da vurur. Dolayısıyla artık, açık ya da örtülü her gerçek savaş, iç savaş niteliğindedir. Sahte savaşlar bile iç savaş etkisindedir. Gerçek savaş olamadığına göre, yukarıda belirttiğimiz sorunun cevabı kamuoyu savaşlarıyla verilecektir, verilmektedir.

Savaşın tanımı siyasetin başka yöntemlerle yürütülmesidir. Oradaki “başka yöntem” silahı külahı açıktan içermektedir. Savaş ilan edilmektedir. Kamuoyu savaşları ise daha değişiktir. Bazen oyun savaşlarla, bazen kamuoyunu “ikna” edecek müsamerelerle yürütülmektedir. Oyun savaşsa da, müsamereyse de, bunda da kan oluk oluk akmaktadır. Oyun savaşsa, önce müsamere gibi oynayarak, kamuoyunu “ikna edecek haklı” gerekçeler yaratılmakta, sonra, “istemeden, maalesef” savaşılıyor gibi yapılmaktadır. Oyun savaşın sonu da önceden programlanmaktadır. Buna devletler oyunu adı takılmaktadır. Kemal Sunal’ın filmindeki gibi “yedi bela Hüsnü savaşları”. Örneğin, kendi adamları Saddam’ın önce Kuveyt’e girmesi sağlanmakta, sonra Kuveyt “kurtarılmakta”dır. Kuveyt’e acıdıkları için insanlara diyecek söz kalmamaktadır. Bazen kendi besledikleri “terör tehlikesine” karşı “savaşılmakta”dır. Bazen kamuoyunu ikna edecek, bir olaya dikkat etmesini önleyecek, basit ama kanlı müsamereler yapılmaktadır. Birisi için yapılmakta, suç ötekine atılmaktadır. Günahkeçisi teknolojisi. Oyunlar anlaşılmasın diye insanların hafıza ve konsantrasyonu ile oynanmaktadır. Beyin kontrol yöntemlerine başvurulmaktadır. Teknoloji bol. Kamuoyu savaşlarının özü şudur: Eskiden yalanlar söyleniyordu. Artık yalanlar kanla canla oynanmaktadır.

Bu tür savaş, zaten kendi organını da belirlemiştir. Yalanı oynamak için bir beyin-kurgu ve bir de çok çeşitli artistler gereklidir. ABD ve bir grup çete devletten oluşan entegre bir merkezi cunta belirmiştir. 1980’lerden beri izi belli olan bu cunta, önceleri, çete devletlerin birer parçalarını içermiş, zamanla, cumhurbaşkanlarını, jandarma komutanlarını öldürmek (Özal ve Bitlis) pahasına da olsa, bu devletlerin tümünü doğrudan ele geçirmiştir. Kabaca 1990’lar bu dönemeçtir. Bu cunta, ABD, İngiltere, Türkiye, Rusya, Yunanistan, İtalya ve İsrail devletlerini içermektedir. Sezemediklerim ve eklenenler (örneğin Hindistan) de olabilir. Çete devletlerin her biri, tüm kurum, kuruluş ve medyalarıyla birlikte, bu ahtapotun kolları ya da satranç maçında pulları gibidir. Bu ahtapot, aynı zamanda, küreselleşmenin getirdiği tek devlet ihtiyacını bir ölçüde ve derinden gidermektedir. Küresel devlet gibi yolunu çizmekte, işlerini koordinasyon içinde görmektedir. Ama bunun işlevlerinden biri, dünyayı birleştirmek değil, paramparça ederek, ülkeleri akvaryum gibi ayrı ayrı tutarak, ucuz işgücü cennetleri yaratarak, kâr hadlerinin eşitlenmesini zoraki engellemektir. Bu yüzden dünya küreselleşmeye, yani Mersin’e giderken, ülkelerde yeni bir ulusalcılık dalgası türemekte, öp babanın elini dedirtmekte, işler tersine gitmektedir. Bir başka işlevi, dünya nüfusunu katletmektir. Deprem, hortum, tsunami, sahte savaşlar, davetiye çıkarılan kazalar... 300 milyonluk dünya yaratma hedefi CNN’in patronu Ted Turner tarafından açıkça söylenmiştir. İşlevlerinden bir diğeri, ABD’yi çok güçlü ve dolayısıyla küstah göstermektir. Yani ABD günahkeçisidir. Şimdilik mağduru oynaması kararlaştırılan Türkiye ise, dünyanın bizim yarısının en önemli ülkesidir.
                                                                      (Devamı yan sütunda)


DİKKAT! DDT ÖLDÜRÜCÜ BİR ZEHİRDİR!

Turkalaştı artık Amerikan rüyası diye bir reklam vardı. Açık verdikleri için kaldırdılar. Ama o reklam gerçeği, söylenen bir sürü sözden daha iyi yansıtmaktaydı. Turkalaştığı şimdi hiç çaktırılmıyor çünkü senaryo icabı, mesafeli stratejik ortaklık rolü oynanıyor. Ama eskiden yazılıp çizilmiştir. İngiliz muhabir ve yazar Misha Glenny, bir kitabında bunu şöyle dile getirmiş:

"En çarpıcı politik bölünme, bir yanda Almanya ile öte yanda Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık arasında ortaya çıktı. Çelişki geliştikçe, Rusya'nın ve Türkiye'nin 'süper güç' çıkarları da olgunlaşmaya başladı…
"(…)
"… Birleşik Devletler politikasının odak noktasında, Washington'un, oldukça geniş yayılma potansiyeliyle önde gelen bölgesel bir güç olarak kabul ettiği Türkiye vardır. Amerikan politikası, onun Akdeniz ve Ortadoğu'daki stratejik ve ekonomik çıkarlarıyla açıklanmaktadır - artık Türkler bölgedeki kilit ulustur." (Misha Glenny, Yugostlavya'nın Düşüşü-Üçüncü Balkan Savaşı, İngilizce basım, Penguin, 1992, s.183)

Dikkat edilirse, yazar, Türkiye'nin politikası ABD çıkarlarıyla açıklanmaktadır demiyor, ABD politikası Türkiye'nin "süper güç" çıkarlarıyla açıklanmaktadır diyor.. Türkiye'nin yanısıra, bir de Rusya'nın "süper güç" çıkarlarından söz ediyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, zaten söz konusu cunta, ABD, İngiltere, Türkiye, Rusya, Yunanistan, İtalya ve İsrail devletlerini içeriyor. Ben buna ortak derin devlet diyorum. Beyin kurgu burada üretiliyor. Bu entegre bir bütün olduğu için, ayrı ayrı ülkelerin derin devletlerinden söz edilemez. Onlar kol, şube işi görüyor. Bu nedenle de Türkiye derin devleti değil, derin devlet-Türkiye deniyor. Sayılan bütün ülkeleri ortak derin devlet ODD yönetiyor. Ama biz Türkiye’de DDT ile muhatap oluyoruz.

Bu derin devlet, eski devletlerin derin faaliyetlerinden farklıdır. Onlar yukarıda bir beyinin karar verdiğini uygulayan emir kullarıydı. Şimdi beyin aşağıda, derinde. Yukarıda pek yetkili görünen zevat derindeki beynin dediklerini uygulayan emir kullarıdır. Bu nedenle dünyada kaliteli, kişilikli burjuva politikacı kalmamıştır. Aktör politikacı olgusu yaygınlaşmıştır. İngiltere’de Muhafazakarlar’ın iktidara gelmelerine artistlik yapmaya elverişli olmayan kişilikleri engel olmaktadır. Kadrolar yenilenince belki bu olur. Türkiye’de yönetimde olan kadroların durumu ortadadır. Burjuvazi gerçekten yönetemiyor. Topu, al ananı da git diyebilen Tayyip beylere, çadırda yaşayan depremzedelere ‘kendinizi kampta varsayın’ diyebilen bay Berlusconiler’e vb, atmıştır. Karşılığında da onların maddi varlığının yüzlerce binlerce kat artmasını sağlamıştır.   

Figüran mısınız, oyunbozan mısınız
Birkaç örnekle konuyu şimdilik bağlayalım ve değinmek istediğimiz birkaç sonucu da vurgulayalım. Bu konu nasılsa hep bizim gündemimizde olacaktır.

Birinden diğerine geçen tekil kadrolar olabilir ama eski devletin derin faaliyetleri ile yeni DDT aynı organizasyon olmaktan uzaktır. Çatlı eski devletin derin faaliyetlerinin adamıydı. Orta Asya ve Kafkaslar’da Türkiye yanlısı darbe dahil, devlet için çeşitli işler yapmaktaydı. Çatlı’nın kurban gittiği Susurluk kazasını DDT yaptırdı. Türkiye çok daha derin bir karanlığa gömülürken, bir de üstüne üstlük 3 dakika karanlık eylemi yaptırıldı. DDT, Türkiye devletini tümüyle ele geçirme çalışmaları içinde Selçuk Parsadan’ı da kullandı. Parsadan, örtülü ödenekten para aldı. Devletin derin faaliyetleri için ayrılmış para kolayca dağıtılıyormuş havası yaratıldı, bu derin devletin kirli çamaşırı gibi pazarlandı. Bunlar siz değil biz yapacağız bu işleri kavgasıydı ve 1997’de artık bağlandı. Ergenekon soruşturmasında da eskiden kullanılmış bazı artık kadrolar silkelenip atılıyor olabilir. Ama şu kesindir ki, Ergenekon gerçekten derin devlet soruşturması değildir. Bazı insanlar derin devlete çomak sokuluyor sanmaktadır. Oysa, bizzat derin devlet DDT güven tazelemek için temizlik oyunu oynamaktadır. Ama öte yandan, DDT oyunları süredurmaktadır. Mardin, Bostancı, Bakü... Bakü'deki işbölümüne bakın. Bir Gürcü, Rus silahı kullanarak öldürüyor. Türkiye'nin üzerine kalması olanaksızdır. 

Son sıralarda Tayyip bey ve Obama’yı kapsayan öğretici bir örnek yaşandı. Obama seçim çalışmalarında Ermeni lobisine katliamı kabul ettiğini söylemişti. Tayyip bey de Ermenistan’la sınır kapısı açılmadan birkaç hafta önce, Karabağ sorunu olmadan kapıyı açmayız demişti. Obama konuşmasında katliam değil büyük felaket dedi. Tayyip bey de Karabağ sorununa değinmeden, kapıyı açtı. Çünkü bu iki emir kulunun böyle yapmaları istendi. Kararı veren ODD idi. Ne Türkiye ABD’nin uşağı, ne ABD Türkiye’nin uşağı. Ama her iki ülkeyi yönetenler de, beyni aşağıda, suyun altında olan ODD’nin suyun üzerinde görünen eli ayağı. 

ODD’nin stratejik planlarından biri Türkiye’yi genişletmek, genişlemiş olarak AB’ye sokmak ve AB’yi ele geçirmektir. Bunun için yürütülen kamuoyu savaşlarında,  ODD’nin parçaları, ayrı devletler gibi rol yapmakta, hatta zaman zaman birbiriyle çelişkiye düşmüş rolü oynamaktadır. Rusya Gürcistan’a saldırıyor, Ermenistan fiilen ablukaya girip Türkiye’ye doğru kesin adım atmaya mecbur kalıyor. İsrail Gazze’de çocukları öldürüyor. Öldürür, huyudur. Ama bu kadar çok ölü çocuk resmi medyaya “sızmaz”. O böyle yaptıkça Türkiye’nin Kuzey Irak’a girişleri çok efendi bulunuyor ve AB nezdinde meşrulaşıyor, Türkiye arabulucu vb, görevlerine soyunuyor, Fransa’nın yandaşı olan Mısır’ı kafalıyor, ABD çekilince Irak’ın asayişini sağlama işine hazırlanıyor... Tayyip bey ile İsrail arasında Davos’ta yaşanan artistik show, hem Türkiye’de Tayyip bey için bir seçim yatırımıydı, hem Türkiye’nin AB nezdinde prestij yatırımıydı. İsrail yıllardır öldürür durur, neden Tayyip bey bu gösteriyi daha önce yapmadı? Türkiye’nin NATO Genel Sekreterliği’ne gelen Danimarka’yı veto etmesi de böyle bir yatırımdı. Sözde Berlusconi Türkiye’yi ikna etti, Yunanistan yardımcılıktan feragat etti vb,... Türkiye AB’ye pompalanıyor. Sanıyorum Harika ile AB iyice Bang Bang olacak... 

Buraya kadar söylenenlerle de bağlı olarak vurgulamak istediğimiz bir sonuç şudur: Cumhuriyet falan yoktur. Bu yokluğun derecesi ülkeye göre değişmektedir, bazı ülkelerde daha henüz yeni yeni götürülmektedir vb, ama Türkiye için bu varılmış bir sonuçtur. 1999 depremi tetiklenmiş bir depremdir. 1997 sonrasında hiçbir yönetim toplumun doğal seçimiyle başa gelmemiştir. Yönetim tümüyle derindedir. Buna cumhuriyet denemez. Cumhuriyet, Holywood’un arkası omayan iki boyutlu film setleri gibi bir görüntüdür. Bu nedenle, bir tek Türkiye’de her adım başı bayrak görülür. Film setinin bir başka görüntüsü Atatürk’tür. Fon müziği de İstiklal Marşı. Bu simgelerin bu kadar abartılmasının ardında yatan, onların temsil ettiği olgunun yokluğudur. Cumhuriyetin kendisi olmadığı için, onu var sanalım diye, onun simgeleri burnumuza sokulur durur. 

Bir başka sonuç şudur: Gerçekle görünüş arasındaki en büyük uçurum Türkiye’de yaşanmaktadır. Halk bilinçsiz de ondan demek parmak ayı gösterirken parmağa bakmak olur. Oyunlar halkın bilinci üzerine kuruluyor. Örneğin, insanlar mağdur edilerek kahraman türetiliyor. Bu, devlet kötüdür, onun mağdur ettiği mutlaka iyidir düşüncesinin, yani bilincin çok yayygın olduğunu gösteriyor. Eksik olan bilinç değil bilimdir. Bu alanda da halk gözünü aydınlara çeviriyor, onlardan feyz almaya çalışıyor ama feyz yerine kafa karışıklığı alıyor. Çünkü oyunlar aynı zamanda, “objektif değerlendirme yapıyorum” diyenlerin bakacağı faktörlerin sahtelerini piyasaya sürerek oynanıyor. Hatta istenen sonucun yalnızca sahte verileri sunuluyor, aydınlar sonucu kendileri çıkarsın diye bırakılıyor. Örneğin, Ergenekon iddianamesinde bir tutanak dosyaya kondu (Buna Ergenekon soruşturmasıyla ilgili yazıda değindik.), şimdi aydınlar Tayyip beyin propagandasını kendileri yapıyorlar. Yemi yutuyorlar... Objektifler ya... Bu da Ergenekon iddianamesindeki objektif veri ya... Görüntü ile gerçek aynı olsaydı, bilime gerek kalmazdı. Bugün gereken gerçeğin üzerindeki örtüyü bilimle kaldırıp atmaktır. Önüne objektif veri diye konanın objektif olarak nasıl bir ihtiyaçtan türediğini anlamaktır.

Gerçekte oynanan oyunlar banaldir. Göç etmiş Kürt ailelere memleketinize dönmeyin deseler, inadına herkes dönecek, akrabaları dönmelerine destek olacak vb.. Mardin’de bir katliam yaparsın, kimse cesaret edip de dönmez. Ya da, Beyoğlu’nda iki gencin boğazını kesersin, halk video kamera koyun da gençlerin boğazı kesilmesin der. Oysa bunu yapmadan koysalar herkes ayaklanacak. Oyunların tek güçlü dayanağı, “böyle oyunlar oynanır mı canım” yargısıdır. Oyun mantığı halk içinde yayılmıştır. Konu komşusunun davranışını bu mantıkla yorumlamak, “bana şunun için geldim dedi ama gerçekte niyeti başkaydı” türünden yorumlar çok yaygındır. Bu mantık bir de devletin işlerine uygulanmaya başlansa, Tayyip bey beklenmedik anda attan düşebilir. Yalnız Tayyip bey attan düşmekle kalmaz, kurgu birden çökebilir. Gerçekle görüntünün iki bacağı birbirinden ayrılabilir. Film seti yıkılabilir. Bu ne demektir? Yürükoğlu yoldaşımı sevgiyle, saygıyla anıyorum: Türkiye hâlâ emperyalist sistemin zayıf halkasıdır. Şimdi daha da büyük önem taşımaktadır. Halka koparsa zincir hepten dağılır.

Vurgulamak istediğimiz son sonuç da şudur: Günümüz koşullarında insanları sağcı solcu diye ayırmaktan çok, oyuncu/figüran ve oyunbozan diye ayırmak daha doğrudur. Birçok solcu, bilerek ya da bilmeyerek, oyunların ihtiyacı olan sol artistliği yapmaktadır. Oysa bugün gereken, sistem dışı adımlardır. Görünüşe, yani oynanan oyunun kendisine aldanmadan bakınca görülür ki, politika kamuoyu savaşları biçimini almıştır. Hem de kanlı canlı. Seçimler, meclisler, vb, hepsi aldatmacadır. Bunlara katılmak sisteme yalancı şahitlik yapmaktır. Bu yayın oyunbozan olacaktır.
iddianame/dergi
Sayı 1 Mayıs 2009
 

Bu yazının başlığı aşağıda olmak zorundadır çünkü başaşağı bir olguyu, derin devleti konu alıyor!
Kimse görmeden, aşağıya, yazının sonuna bakın!
Ana sayfaya dön
Gazeteye dön