Nihat Akseymen’in 1976’ya kadar olan yaşam hikayesini, daha ayrıntılı olarak, Değerlendirme başlığı altında bulacaksınız. Orada, TÜSTAV’ın yayınlamış olduğu ve Nihat’ın 1974-1976 arasındaki yazışmalarını kapsayan Irmak Gibi Mektuplar kitabının, tarafımdan yazılmış Giriş bölümü yer almaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için lütfen Değerlendirme'ye bakınız.
Nihat Akseymen 4 Kasım1945’te Ankara’da doğdu. Orta gelirli bir memur ailesinin tek çocuğuydu. Olabilen en iyi eğitimi alabilmesi için ailesi, büyük özveriyle onu Ankara Koleji’nde okuttu. 1963 yılında Koleji bitiren Nihat, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Hem okudu, hem TRT’de metin yazarı olarak çalıştı. Ne ilginçtir ki, onu komünist yapan ağabeyi, TRT’de çalışan bir yetkiliydi. Bu arada FKF’ye ve TİP’e üye oldu. TİP Çankaya ilçesinde aktif görevler aldı. Öğrenci eylemlerine de aktif katılıyordu. Arkadaşlarıyla birlikte Sosyalist Gençlik Örgütü SGÖ’yü kurdu. Biz 16 Şubat 1970’de evlendik.
TİP üyesi olmakla birlikte, Nihat Akseymen komünist partisine ihtiyaç olduğunu düşünüyor, TKP’yi arıyordu. Türkiye’deki toplumsal kabarışa TİP yetmiyordu, TKP gerekiyordu. İngiltere’de Selma Ashworth’un çıkardığı Kardaş dergisi TKP’den sözediyordu. 1970 yazında, iki arkadaşımızla ve benimle, yani ilk eşiyle birlikte İngiltere’ye gitti ve Selma Ashworth aracılığıyla TKP’yi buldu. Yakup Demir yoldaşla görüştü ve TKP üyesi oldu. Böylece Türkiye’ye döndüğümüzde, bizim arkadaş gurubumuz da TKP’nin Türkiye’de 1960 sonrası ilk örgütlenme kanallarından birini oluşturdu.
Bu arada “gençlik nedir” konusunda TİP ve Emek dergisi çevresiyle, Sosyalist Gençlik Örgütü içinde aktif çalışmakta olan bizim gurup arasında fikir ayrılıkları belirdi. Onlar gençliği yalnızca öğrencilerle sınırlarken başta Nihat olmak üzere biz, komünist kaynaklar göstererek bunun böyle olmadığını ileri sürüyorduk. O sırada TRT, gençlik liderleriyle röportajlardan oluşan bir program yayınladı. Nihat’ın bu programda ileri sürdüğü görüşler de komünist damgasıyla öne çıktı. Gerek gençlik örgütlenmesinde savunduğu kömünist fikirler, gerekse TKP örgütlenmesini başlatmış olması şimşekleri Nihat’ın üzerine çekti. Ülkü Ocakları’ndan 40’ını aşmış tipler evin önünde silahlı olarak beklemeye, bizi takip etmeye başladılar. Bir gece sinemada Nihat’ı tam öldürmek üzerelerken, bu durum Nihat’ın babasınca önlendi.
Nihat baktı ki böyle kaçma kovalama zemininde düzgün bir çalışma yapılamaz, yürüyeceğimiz yolu biz seçemeyiz, hayat bize dayatır, yurtdışına çıkmaya karar verdi. Bunun üzerine Nihat ve ben, 7 Ocak 1971’de İngiltere’ye gittik. Epey bir süre kendisi Wimpy denen lokantalarda günde 12 saat garsonluk yaparken ben de temizlikçi, bulaşıkçı, kasiyer ve terzi olarak çalıştım.
Siyasal Bilgiler Fakültesi 4. sınıfından Londra’daki City Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün ikinci sınıfına aktarma yapan Nihat, 1973 yılında bu üniversiteden mezun oldu. Londra’da okula devam ederken geceleri de garsonluk yapıyordu. Bu arada İngiltere Türkiyeli İlericiler Birliği’ni kurdu. İngiltere Türk Öğrenci Federasyonu’nun canlanmasında belirleyici rol oynadı. İngiltere tarihinde ilk kez lokanta işkolunda grev oldu. Nihat’ın iş arkadaşı da olan Wimpy işçileri 60 işyerinde greve çıktılar. Ardından konfeksiyon işçilerinin grevi başladı. Bu eylemlerin içinden Londra İşçi Birliği ve yerel bir işçi gazetesi olarak İşçinin Sesi doğdu.
Türkiye’de TKP örgütlenmesi sürüyordu. Bu arada yönetim değişikliği sonucunda Bilen yoldaş genel sekreter oldu. Türkiye örgütlenmesine verilen önemin artmasıyla bağlı olarak, Nihat arkadaşlarıyla görüşmek üzere 1974’te Türkiye’ye geldi. Çıkarken Kapıkule’de gözaltına alınmak istendi ve kullandığı Land Rover arabayla sınır demirlerini kırarak Bulgaristan’a kaçtı. Buradan yeniden İngiltere’ye geçti. Bu sıralarda kendisine MK’ye koopte edildiği söylendi. Ve ardından da benimle birlikte, iki yıllık eğitim görmek üzere Moskova’ya, SBKP MK Marksizm Leninizm Enstitüsü’ne gönderildi. Moskova’da dolu dolu iki yıl yaşadık.
1976 sonrasında TKP içinde de devrimci reformist ayrışması önem kazandı. 1977 Konferansı’nda Bilen yoldaş devrimci çizgiyi savunan bir konuşma yaptı. Artık yerellikten çıkmış olan İşçinin Sesi’nin parti yayını olduğu kararı alındı. Ardından, yazılarını R.Yürükoğlu yazar adıyla yazan, parti adı Veli Dursun olan Nihat, Bilen yoldaş tarafından, Emperyalizmin Zayıf Halkası Türkiye adlı bir broşür yazmakla görevlendirildi. Nihat bu görevi yerine getirdi. Broşüre kimse bir şey demedi. Hatta Nihat, parti yayınlarının editörü olarak çalışmak üzere 1978’de Leipzig’e çağırıldı. Bu Plenum kararıydı. Leipzig’e gitmek için Berlin’de altı ay beklerken, aynı broşürün genişletilmiş basımını kitap olarak hazırladı. Bu arada Leipzig görevi ev bulunamadığı gerekçesiyle geri alındı. Kitaba tepki gösterilmeye başlandı. Bilen yoldaş taraf değiştirdi.
İşçinin Sesi 1978’de kapatılmıştı, gönderilen yazılar Atılım’da basılmayınca, yeniden açıldı. Ve 1979’da TKP tarihinde ilk kez açık tartışma, Nihat Akseymen’in “Kuştan korkan darı ekmesin” başlıklı yazısıyla, İşçinin Sesi’nin 100.sayısında başladı. Aynı sıralarda Nihat, tüzüğe aykırı olarak MK’dan çıkarıldı. İşçinin Sesi yandaşları dışlandı. Önce İşçinin Sesi ya da Londra kanadı diye bilinen örgütlenme bir zorunluluk oldu. Daha sonra, 1985'te resmi TKP’nin 5. Kongresi de tüzüğe aykırı olarak bizden habersiz yapılınca, TKP İşçinin Sesi adı altında parti örgütlenmesi doğdu. TBKP girişimi sonucunda TKP adı bırakılınca ise TKP adı alındı. Bütün bu süreç Nihat Akseymen’in fikir dolu liderliği altında yaşandı.
Nihat’la evliliğimizi 1982 yılında sonlandırdık. Nihat’ın 1988 yılında ikinci eşinden bir kızı oldu. Kendisi çok iyi bir babaydı, ardında akıllı, başarılı güzel bir kız çocuğu bıraktı. Bizim Nihat’la ve onun ailesiyle olan ilişkimiz, insanların özlem duyduğu ilişkiye bir örnektir. Siyasal mücadelenin harareti içinde eriyen bir evlilikten sonra, hiçbir çıkar ilişkisinin, iki yüzlülüğün bulaşmadığı, ömrünün son günlerine kadar bütün gücüyle süren, onun ailesini ve benim ailemi de içeren sağlam bir dostluk, paylaşım ve dayanışma.... Aramızdaki çeşitli fikir ayrılıkları nedeniyle ben 1990’da partiden ayrıldım. Ama Nihat’la ilişkilerimiz ve dostluğumuz o zaman da bozulmadı. Bir bardak suda fırtına koparmaya gerek yok diye el sıkışarak ayrıldık ve fikir alış verişini sürdüren yoldaşlar olarak kaldık.
1990’larda TKP İşçinin Sesi’nin birkaç kongresi daha toplandı. 1994’te artık Dev kısaltmasının yönetim düzeyinde Devrimci’yi değil Devlet’i temsil ettiği bir örgüt durumuna gelmiş olan Dev Sol aracılığıyla bir provokasyon yaşadılar. Dev Sol, Nihat’ın TKP’nin parasını yediği gibi yalan ve onları hiç ilgilendirmeyen bir iddiayla Londra İşçi Birliği’ni ve emek emek kurduğumuz İşçinin Sesi Kütüphanesi’ni zorbalıkla ele geçirdi, haraç istedi. Kan dökülmemesi için Nihat zor günler geçirdi. Sonunda bizim kendi kitaplarımızla, topladığımız kitaplarla kurulan kütüphane, belediyeye teslim edildi.
Nihat 1999’a kadar genel sekreterken, 1999’da genel sekreterlikten ayrılmış. Ayrıca siyasetin bu kirlenmesinden tiksinti duyarak, zamanını araştırmaya ayırmış. 1990’larda iki kez, onun isteğiyle Türkiye’de yayın alanında görev aldım. İkinci görevim sırasında, 1999’da, Bin Çiçek adında bir dergi çıkardık. Bu süreç içinde, Nihat’ın Sosyalizm Nedir kitabı tek ciltlik biçimiyle çıktı. Bu aramızdaki fikir ayrılıklarının bazılarını ortadan kaldırdı. Nihat’ın yeni bazı değerlendirmelerinde de anlaştık. Bunlardan biri de, partinin gerçek anlamda bir parti olmadığı ama örgütlü olarak birşeyler yapmanın daha kolay olacağıydı. Ayrıca benim yaptığım araştırma da bana toplumsal süreçlere müdahele edildiğini, dolayısıyla müdaheleye müdahele etmenin gerekli olduğunu göstermişti. Bu çerçevede ben partiye döndüm. Türkiye’de TKP’nin legal olarak kurulması konusunda da ikimiz anlaşmıştık. Ama aynı sıralarda yeni bir provokasyon dalgasıyla karşılaştık. Legal parti konusunu tartışma fırsatı bile kalmadı. Provokasyon odağı yine Londra’ydı. Ve konu yine paraydı.
Bu konudan tiksinti duyduğu için Nihat, sırf konu kapansın diye istenenleri kabul etti. Bu arada beni devre dışı bırakmak için, benim Taksim’deki evim yakıldı. Buna rağmen toplantılara İngiltere’ye gitmek istedim, vize vermediler. Ben Türkiye’de rehin kalırken, o da emeklilik ikramiyesi provokatörler tarafından çalındığı için İngiltere’de rehin kaldı. Büyük sıkıntılar yaşadı ve doğal olarak rahatsızlandı.
Boğazından şikayeti vardı. Gittiği mahalle doktoru gırtlak kanseri kuşkusuyla hastaneye yolladı. Temiz çıktı. Ardından bir daha gitti, doktor bu kez mide kuşkusuyla yolladı, yine temiz çıktı. Karaciğer bölgesinde sancı başladığında, dostlarının özel gayretiyle ortaya çıktı ki, karaciğerin neden olduğu portal hipertansiyon ve gırtlakta bunun yarattığı varis, gırtlak rahatsızlığı gibi görünürmüş. Bunun üzerine apar topar yapılan karaciğer testinde ve biyopside, bağırsak kanserinin karaciğerde metastas yaptığı, tüm karaciğeri sardığı, tam bir yıl gecikmeyle anlaşıldı. Kendisi kemoterapiyi reddederek kanser tedavisine ilişkin güçlü kanıt ve bulguları olan doğal ağırlıklı Gerson tedavisi görmeye karar aldı. Tedavi yönünde belli bir yol da alındı, ödem atıldı, tümör yok oldu. Ama fazla potasyum vererek, solunum yetersizliğinden ölmesine neden olundu. 11 Aralık 2001’de, 56 yaşında yaşama gözlerini yumdu.
Kendi isteği doğrultusunda, bedeni yakıldı. Küllerini benim Türkiye’ye getirmemi ve TKP’nin tüm parçalarından arkadaşların katılımıyla Heybeliada’dan denize atmamızı istedi. Onun da, benim de üye olduğumuz TÜSTAV’ın, bu isteklerin yerine getirilmesine önayak olmasıyla istekleri yerine getirildi. 23 Aralık 2001’de güneşli bir günde, onun küllerini denize savurduk.
Nihat Akseymen derin bilgi birikimine sahip bir düşünürdü, fikir adamıydı. Ardında fikir dolup taşan 20 kadar kitap, yüzlerce makale bıraktı. Uluslararası bir kişilikti. İnce ruhlu bir sanatçıydı, iyi bir denizciydi, müzisyendi ve iyi bir ahşap ustasıydı. Ve belki de hepsinden önemlisi, karakter sahibi, iyi bir insandı. Basit ve onun bütünüyle büyüklüğü içinde çok önemsiz kalan insani birkaç hatası hep abartılarak provokasyonlara konu alındı ama bu provokatif uğraşlar, onun güzel adını karalamaya yetmeyecek kadar küçük kalacak, bulanık suda balık avlamak isteyen kötü niyetlilerden beklenen olağan davranışlar olarak unutulacaktır. Kartallar yüksekten uçar. Kuşkusuz Nihat Akseymen bir kartaldı. Ardında bıraktığı değerli miras, onun moral varlığını insanlık tarihi önünde ölümsüz kılacaktır.
Nihat’ın yaşam hikayesi
Nihat daha ilk konuşmaya
başladığında ekmeğe ahbap
dermiş. Annesi ona “oğlum”
diyor ya, kendi kendisine de
“oğlum” dermiş. Annesi işe
giderken ona “ne istiyorsun”
diye sorunca, “anne oğlum
ahbap al” diye sipariş verirmiş. Yiyecekle ahbaplığı böyle başlamış. Yaşamı boyunca da sürdü. Yiyeceği, hele ki güzel yiyeceği çok severdi.
.
Ahbap

Nihat çok dürüst ve açık bir insandı. Yanlış düşündüğü ya da anlık duygularına kapıldığı için yanlış yapmıştır. Düşüncesi ya da anlık duyguları değiştiği zaman yanlışını düzeltmeye çalışmıştır. Kendi vicdanında sürekli muhasebe yapmayı başarmıştır. Ciddi konularda yanlış yapmayı istemeyen bir insandı. Günlük konularda, yanlış olduğunu bile bile birşeyi yapacaksa, o zaman da onu saklamamıştır. Ben buyum işte mahiyetinde ortalığa salmıştır. O yanlışlarını gizlemeyecek kadar güçlüydü, gizlemeyi beceremeyecek kadar da ikiyüzlülükten uzak, tek yüzlüydü.
Kapitalizm kendisi battıkça, siyaseti giderek daha çok kirletmiş ve sonunda katletmiştir. Siyasetin bu kiri, katledildikçe oyuna ve provokasyona dönüşmesi, sanatçı ruhlu, iyi niyetli bir insan olan Nihat’ı özellikle 1990 sonrasında çok üzdü. Nihat şairdi, müzisyendi, sportmendi. Siyaseti de bu ruhla yürüttü. Onun siyaseti her zaman ona göre gerçek neyse, o gerçeğe dayalı açık siyasetti. Taktik diye yalana dolana hiçbir zaman başvurmadı. Kurnaz değil akıllıydı. Eğer maçlarda iyi niyetli insanların aklına bile gelemeyecek adilikler ve şikeler olmasaydı, kazanacak tarafın Nihat olması yüzde yüzdü.
Ben onunla fikir ayrılıkları olan biri olarak bunları söylüyorum. Fikir adamıyla fikir ayrılığından korkulmaz. O bir fikir adamıydı. Bu nedenle de, tüm fikir ayrılıklarımıza rağmen, benim her zaman en yakın yoldaşımdı. Şu dünyayı ve Türkiye’yi yönetenlere bakın. İşler, ayaklarında postal ya da lüks ayakkabı olsa da, kalitesizlikleriyle çarıklı erkan-ı harp, cinayetleriyle adi katil deneceklerin elinde kaldı. Nihat’ın kendime göre yanlış bulduğum fikirlerine bile kurban olayım. O çarıklılar Nihat'tan korkuyorlardı. Bir tek bu noktada haklılardı.
O bir fikir adamıydı
Nihat’la birlikte olmak öğrenmek, ilerlemek demekti. Bir gün bakarsınız deri koltuk ve mobilya yapıyor, bir başka gün ahşap tornacısı olmuş. Bir başka gün, şarap yapıyor. Derken bakarsınız şişe mantarlarından tabak, bardak altlığı yapmış.
Bunları rasgele yapmazdı.
Her el attığı konuda okur, araştırır, dener, sınardı. Sonunda bakarsınız uzmanı olmuş. Yanındaki ona önce bakar, sonra ister istemez kendisi de birşeyler yapmaya kalkışırdı. Aynısı, hatta daha fazlası onunla birlikte çalışırken de yaşanırdı.
Kendisi hastalığını öğrendiğinde, ölsem de kendi açımdan önemli değil, çünkü ben dolu dolu yaşadım, bir tek kızımın büyümesini görmeyi isterdim, o açıdan üzülürüm demiş. Gerçekten de dolu dolu yaşadı. Yalnızca yaşamadı, herkesi doldurdu, dolu dolu yaşattı da.
Ben birçok yazı ve kitap yazdım ama beni o yazdı. Bir kahvenin kırk yıl hatırı varsa, öğrenilen bunca bilginin, hele ki öğrenmeyi öğrenmenin hatırı yıllarla bile ölçülemez.
Öğrenilenin hatırı
asırlarla ölçülür
Yakın bir gelecekte bir de Nihat Akseymen albümü gerçekleştirmeye çalışacağız.
O zaman buradan tıklayarak albüme girebileceksiniz.