Bir kanlı oyun da Bostancı'da / Devam
Bostancı’daki olayın düzmece bir sis bombası olduğunu düşündürten çok şey vardır. Evi, hatta mahalleyi polis basmışken, tek bir kişi, hem dışarı ateş ediyor, hem bir polisi rehin alıp telsizinden konuşuyor. Binanın dışından ve içinden silah sesleri geliyor. Konuşma metnine yerleştirilmiş Thomas Münzer adı, insanda, polisin bilemeyeceği bir ad olsun da okuduğu mesajı kendisi yazdı sanılsın diye oraya konmuş gibi sırıtıyor. Konuşmayı “kendi”(?) sesinden dinliyorsunuz, ajitatif bir ton yok, tam tersine, birisi tabancayı doğrultmuş, zorla okutuyor ya da başkası okuyor gibi. Kesik kesik. Bağlı olduğu örgütün adı her yerde, aynı gazetenin farklı yazılarında bile, farklı yazılıyor. Kameraman çatışma mahalinde çekim yaparken vuruluyor. Karanlık bir iş çevriliyorsa, örtü olarak bol tanık getiriyorlar. Özellikle sabah 5.30’da baskın yapılınca birisi öldürülürse halk çatışma olduğuna inanmaz, yargısız infaz der diye düşünüyorlar. Yakınında insan olmaması gerektiği halde, kameramana çekim yaptırıyorlar. Olaylar iki kişiyi varsaydırdığı için birçok gazetede “teröristler” ibaresi yer alıyor. Bunun üzerine bakan açıklama yapıp, “evde tek kişi vardı” diyor. Yani görüntünün uyandırdığı izlenimi değiştirmek için bakanın tanıklığı gerekiyor. Ölen genç adamın geçmişi de böyle bir olaya karışacağı konusunda kuşku uyandırıyor.

Çeşitli olasılıklar var. Eve önceden bir profesyonel geldi, Orhan Yılmazkaya’yı öldürdü, evde “bulunduğu” söylenen silah külahı eve koydu, sonra ateş etti, telsizle mesajı okudu vb. Bu operasyonda belki başkomserin öldürülmesi de planlanmıştı. O işini yaptı ve kapı kırıldığında ötekilerin arasına karıştı. Bir başkası da şu: Eve önce bir profesyonel gelip, Orhan Yılmazkaya’yı rehin alıp, eve konacakları koydu, orada karakol kurdu. Pencereden o ateş etti, polis gelince Yılmazkaya’yı konuşturdu, onu çatışmaya zorladı. Yine bir başka olasılık: Evde Yılmazkaya’nın bir arkadaşı daha vardı ama o ajandı. Çatışmayı o çıkardı. Orhan Yılmazkaya telsizden kendisi konuştu. Evde iki kişi vardı. Yılmazkaya telside “biz” diyor. Arkadaşı da ölecek sandı. Ajan olduğu için ona birşey olmadı. Başka olasılıklar da sayılabilir. Resmen söylenenler inandırıcı değildir.
a         

iddianame
Vatandaştan
Sayı 1 / Mayıs 2009
Gazete dergi karışımı bir yayın.
Gaze-der.
Gazederin geneli ayda bir,
gazete bölümü her önemli olayda  güncellenir. 



Bir seçimi, nüfusun büyük çoğunluğunun gerçek istemlerinin tam tersine bir yönde, istenen sonuçlara göre tezgahlamak kuşkusuz kolay bir iş değildir. Öyle anlaşılıyor ki, öncelikle bir sonuç ayıklaması yapılıyor. Göz yumulabilecek gerçek sonuçlar ve mutlaka yaratılması gereken sahte sonuçlar. Gerçek sanılan manzaranın kendisi zaten yıllardır bütünüyle sanallaştırılmış, çarpıtılmış olduğundan, gerçek sonuç deyince, toplumun gerçeğini olduğu gibi yansıtan sonuçtan çok, düpedüz seçim hilesiyle müdahele edilmemiş sonuç diye anlamak gereklidir. DDT’nin elinde, içeride ve dışarıda, çok sayıda resmi kurum, özel kuruluş, güdümlü parti, artist lider ve çok geniş bir medya var. Önce toplum çapında bir dizi toplu manipülasyon yapılıyor. Örneğin, istenene göre ayarlanmış anketler, 2002 seçimleri öncesinde Tayyip beyin hapse atılması, yasaklanması ve kahraman yapılması, geçen seçimlerde Mesut Yılmaz’ın sağ birliği birden mızıkçılıkla bozması, ordunun darbe tehditli mitingleri, bu seçimlerden önce İsrail’le “7 bela Hüsnü” kavgası vb. gibi. Örneklerden de anlaşılacağı gibi, gerekirse parça devletlerin birer artist gibi rol aldığı manipülasyonlar da sahneleniyor. Sonra bu manipülasyonların zaten çarpıttığı gidişat, kendi akışına bırakılıyor. Manipülasyonların, gidişatı yeterince çarpıtmadığı ortaya çıkarsa, çıktığı ölçüde ve çıktığı noktada, hile, hurda vb. müdahelelerde bulunuluyor. Son seçimlere de bu DDT tekniğinin ışığında bakmak gerekiyor.                                                 

Yukarıda da dediğimiz gibi, sonuçta beş aşağı beş yukarı, DDT’nin istediği olmuştur. Ancak gidişata göre bazı uyarlamalar yapılmıştır. Bunların yorumu tartışılmalıdır. Örneğin, kanımca, deprem olacağı için İstanbul Kemal Kılıçdaroğlu’na verilmek isteniyordu. İzmit depremi tetiklenmiş bir depremdir ve öncesinde Sefa Sirmen başa getirilmişti. Sirmen zamanında İzmit’te ilerleme kaydedildiği halde, sonraki seçimlerde Sirmen kaybetti. Çünkü, halka biraz daha yakın olduğundan, depremde kestaneleri ateşten çıkarmak, tepkileri yatıştırmak için getirilmişti, işi bitti. İstanbul’da da zamanı gelince tetikleme bir deprem olacak. Kılıçdaroğlu’nun ifşaatları normal bir ülkede, normal bir zamanda, seçim olmadan açıklansa derhal istifaya neden olacak kadar ağırdı. Bunlar bastırılmadı, yalanlanmadı, hatta şaşırtıcı bir yüzsüzlükle pompalandı. İstanbul’da o alsın diye çok insan da çabaladı. Buna rağmen kazanamadı. Çünkü onun İstanbul’u almasının bir koşulu vardı. Türkiye çapında AKP büyük başarı kazanacak, Kılıçdaroğlu da İstanbul’u alacaktı. Başka bir deyişle, Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’u alması, AKP’nin topyekun yenilgisi gibi algılanmayacaktı. Bu koşul gerçekleşmeyince, kanımca İstanbul Kılıçdaroğlu’ndan düpedüz hileyle çalındı. Yolsuzlukları kuşkuya yer bırakmayacak kadar net ifşa edilenler, hiçbir soruşturma söz konusu edilmeden başta kaldı. Hatta AKP’nin başarısızlığı başka yerlerde de hileyle kapatıldı.

Bir arkadaşım olanı şöyle yorumluyor: “AKP’nin kurmay çekirdeği gerçek sonuçların berbat olduğunu biliyordu, çok bozulmuştu. Ama ‘gece yarısı ekspresi’ yetişti ve İstanbul dahil her yerde oy oranları değişiverdi.” Katılıyorum. İşte bu geceyarısı ekspresi, DDT’dir. Nitekim Tayyip bey, bozuk sonuçların yarattığı süngüsü düşüklükle, dublörsüz her konuştuğunda yaptığı gibi yine gaf yaptı: “Demek ki hizmet karşılık bulmuyor, bunu gördüm.” (Hürriyet, 30/3/2009)  İnsanlara pek bir hizmet vermediğine göre, bu söz herhalde patronunaydı. Şunun şurasında ne güzel artistik hizmet veriyorduk ve karşılığında trilyonları götürüyorduk, yoksa musuluğun suyu mu kesilecek, düşüncesiyle olsa gerek, küskünlük yaşıyordu.  

İnsanlar hile yapıldığını düşünüyorlar. Yalnızca kara para aklanmaz. Kara kuşku da aklanır. Nitekim elektrik kesintisi haberleri hile imasıyla kullanıldı. Seçimlerin ardından olmadık yerlerde, yok bir çadırda, yok zabıta arabasında, yok çöplükte, oy pusulaları bulunduğuna ilişkin haberler yayınlandı. Bazı yerlerde yeniden sayımlar yapıldı. İnsanlara şu mesaj verildi ki seçimlerde hile ancak elektrik kesintisiyle ya da banal bir biçimde oy çalarak yapılır. Bu, olası çeşit çeşit elektronik hilenin olmadığı kanısını yaymaya yaradı. Kara kuşku aklandı. Şimdi insanlar, bazı hilelerin yapıldığını, bazılarının yakalandığını, bazılarının ise gözden kaçmış olabileceğini ama sonuçların fazlaca değişmeyeceğini düşünüyorlar. Ne kadar iskontolu bir sonuç!

Seçim yorumları arasında gerçeğe en ters olanlardan biri DTP’nin başarısını AKP’nin başarısızlığı gibi göstermektir. Apo başlangıçta MİT’in, giderek DDT’nin has adamıdır. Önce yükselen Kürt ulusal hareketini tipik Osmanlı entrikasıyla içerden kontrol amacıyla bu yol tutulmuş olabilir ama sonra tüm Kürdistan’ı Türkiye çatısı altında birleştirme oyunu amaçlandı. Bu oyunun en önemli artistlerinden AKP’nin belirleyici işlevlerinden biri PKK’yı siyasallaştırmak, Apo’yu dışarı salmaktır. Apo da “yakalandığında” sözünü ettiği hizmeti gerçekleştirip Türkiye’yi genişletecekktir. PKK’ya destek veregelen Avrupa kamuoyu buna tek laf edemeyecektir. Gelişmeler, Tayyip beyin yıldızının DDT tarafından parlatılma sürecinin başından beri izlenirse, bu açıkça görülür. Suç kasedi bulduk dediler, bu kasette Tayyip bey “ne mutlu Kürdüm diyene de denebilmeli” türünden bir söz ediyordu. Onlar suç kaseti dedikçe Tayyip bey puan topladı. Yasaklanıp Siirt’ten seçtirilmesi de boşuna olmadı. Daha çok örnek sayılabilir. Kürt halkı, Tayyip beyin kucağına bilerek atıldı. Onun Kürt hareketini siyasallaştıracağı umudu yaratıldı.

Bu seçimlerde DTP’nin başarısı özellikle isteniyordu. Tunceli o yörenin en önemli merkezlerindendir. Tunceli’de inadına DTP kazansın diye beyaz eşya dağıtıldı. İnatlaşma son on yılların en moda teknikleri arasındadır. Halk AKP’ye gol attığını düşünüyor ama AKP ile aynı kaleyi koruyor. Iğdır ise ayrı bir oyunun parçasıdır. Ermenistan’la açılmak üzere olan sınır kapısının hazırlığıdır. 1 Nisan tarihli Hürriyet’te 1 Nisan şakası gibi bir manşet yer aldı: “AKP’de Çiçek çatlağı”. AKP’nin baş artistlerinden Cemil Çiçek seçimden sonra birden cevize yumurtladı: “Iğdır'ı da aldılar, yani Ermenistan sınırına dayandılar. Tamam, Ankara'yı aldık diye sevinebiliriz. CHP de İzmir'i aldık diye övünebilir. Ama bu kutlamanın Türkiye'nin güvenlik açısından sorunlu bölgesine yardımı olmaz. Oraya ayrıca dikkatle bir bakmak gerekir.” Bu bir hoş, buna AKP’nin kendisinden sert tepki gelmesi başka bir hoş! Çiçek’e bu sözler neden söyletiliyor? Tam sınır kapısı açılacakken DTP’nin Iğdır’ı alması kuşku yaratmasın ve Ermenistan’la yakınlaşma sürecinde Azerbaycan bozulmasın diye. Öte yandan AKP Kürt ya da Ermeni düşmanı sanılmasın diye de kendi partisinden sözde tepki geliyor. Peki hani çatlak? 1-2 günde kaynayıvermiş! Ermenistan konusu başka bir yazıda daha genişçe ele alınmıştır.

Tabii BBP liderlerinin hayatlarını kaybettikleri helikopter “kazası”nın da seçimle bağlı düşünülmesi gerekmektedir. Burada yalnızca seçimle bağına değinelim. Kazanın diğer bazı yönlerine başka bir yazıda değinilmiştir.

Bütün önde gelen partiler artisttir. Böyle olduğu için onlara destek veren halk, gerçek bir muhalafet göremeyip, zamanla mutlaka hayal kırıklığına uğruyor. MHP’nin oylarını artırması görüntüdür. Gerçekte, MHP kan kaybediyor. Zaten BBP, sistemin bugün iplerini ellerinde tutanların asıl partisi olarak kurdurulmuştu. Belli ki BBP güçlendirilmek isteniyordu. Helikopter “kazası”yla BBP liderlerinin bilerek öldürüldüklerinin yaygın olarak düşünülmesinin sonucu bu oldu. BBP Sivas’ı aldığı gibi, tüm MHP tabanı, BBP yönetimine yapılan haksızlığa karşı, bu partiye sempatiyle doldu. Bu da son on yılların önde gelen tekniklerindendir. Örneğin Tayyip beyin yıldızı da onu mağdur kahraman ederek parlatılmıştı. BBP örneğinde, aynı teknik, Yazıcıoğlu’nu yok edip partiyi öne çıkararak uygulandı.

“Teknik” kavramı bile pislenmiştir! Teknik seçimler vatana millete “hayır”lı olsun! Böyle seçimlerden gerçekten hayır çıkmayacağına göre, “evet”in tersi “hayır”lı!
a  
 

Hepsine "hayır"lı seçimler! / Devam
Yeni kimlikler geliyormuş / Devam
Yakında yeni kimlik kartları geliyormuş. Şu anda pilot bölge seçilen Bolu’da uygulamaya sokulmuş, yavaştan her yerde uygulanacakmış. Devlet, yeni kimliklerde, sahteciliğe karşı her türlü önlemi almışmış. Üzerinde, parmak izi dahil bütün bilgileri içeren bir chip (çip yani küçücük bir elektronik beyin) olacakmış. Ancak optik okuyucu parmak izini yalnızca karta koyacakmış, başka bir yere saklamayacakmış. Akıllı kart uygulaması ile sigorta kayıp ve kaçaklarının önlenmesi, başkasının karnesiyle sağlık hizmetlerinden yararlanma, reçete ve sağlık karnesi yolsuzluklarının sona ermesi amaçlanıyormuş. Daha ayrıntılı bilgi için lütfen şu linke tıklayın:
<http://www.inndir.com/%C4%B0%C5%9Fte_yeni_kimlik_kartlar%C4%B1m%C4%B1z-116981h.html>

Bütün bunlar şöyle bir izlenim yaratıyor: Devlet çok güvenilir, vatandaş ise çok sahtekar. Dolayısıyla devlet, sahtekar vatandaşa karşı kendini sağlama almak zorunda kalıyor! Vah zavallı vah!

Gerçek durum bunun tam tersidir. Devletin kurduğu ve koruduğu işleyişler, oldukça yüksek miktarda sahtekar vatandaş üretmişse de, neyse ki, çoğunluk henüz bu kategoride değildir. Ama çoğunluk, vergi, harç, ceza, dersane ücreti, vb kılıfı altında soyulup soğana çevirilmektedir. Kimileri ise çaktırmadan öldürülmektedir.   

Parmak izlerinin optik okuyucuyla karta konacağına ve başka yere kaydedilmeyeceğine inanmak için hiçbir neden yoktur. İnsanlara böyle söyleyecekler ki, sonra, ilgisiz yerlerde ilgisiz insanların parmak izlerini “bulduklarında” inandırıcı olsun! Yani istendiği zaman bir insan hırsız. katil vb diye rezil edilebilecek, içeri atılabilecek, vb, bir koz elde tutulacaktır. AB’de de, belki çok daha ustaca, ama yine böyle olacaktır. 

Kartı akıllı yapan chipe gelince. Devletin aklı nasıl çalışırsa, o da o yönde çalışacaktır. Soymak ve öldürmek... İçine, elektronik hata programı katılır ve chip, diyelim ilaç alırken, nalıncı keseri gibi hep devlete kesebilir. Her vatandaşta 1 TL “hata” yaptırılsa, milyonlarca vatandaştan büyük miktarlar kasada birikir. İşlerine geldiğinde, adamına göre, chipe hasta et, öldür emrini yerine getirecek teknoloji koyabilirler. Teknoloji çok ileri. Kalp krizi, beyin kanaması, felç, kan değerlerini bozmak.. Chipe bir frekans yollayarak adamı öldürebilirler. Hepsini yapabilirler.

Son on yıldır, halk arasında, devletin soygun yapmadığını, adam öldürmediğini söylemeyen, bu noktalarda en azından ciddi kuşkular taşımayan, bazı aydınlar hariç, tek bir kişiye raslamadım. Ancak kimliklere, çeşitli nedenlerle yeterince tepki konacağını hiç sanmıyorum. Kişi olarak ben, ne pahasına olursa olsun, bu kimliği kullanmayacağım. Her isteyenin böyle bir hakkı olması gerektiğini savunacağım. Bence her vatandaşın da, kendisi alsa bile, isteyenin almama hakkını savunması asgari bir demokratlık görevidir. Umarım bu yerine getirilir.   
 
 
 
Türkiye halkı diyecekmişiz ama Türkiyeli demeyecekmişiz / Devam
Atatürk’ün yukarıda aktarıldığı gibi tanımlama vb, yönündeki çabalarına hiç katılmasam da, bunlar henüz ulus oluşmamışken yürütüldüğü için, bunları çeşitli biçimlerde açıklamak ve tarihsel koşullar vb, çerçevesinde anlamaya çalışmak olanaklıdır. Ancak yıl 2009! Eski camlar bardak olmuş, köprülerin altından çok sular akmış, genel kurmay başkanı hayatı ille de bu tanıma uydurmaya çalışıyor. Ve tabii çarşafa dolanıyor. Türkiye halkı deyiminden Türkiye lafını çekin, oraya Türk koyun, bu etnik bir tanım olur, diyor. İyi de Türk milleti deyince ne oluyor ve Kürtler nereye gidiyor? Buna, sorun yok, Türk bir sıfat değil isimdir cevabı geliyor. Herhalde “Türk” Kürtler’in göbek adı! Haydi bunu görmezden gelelim ve Türkiye halkı diyelim. Bu halk nereli? Türkiyeli. O zaman üç gün sonra gelen şu açıklama neyin nesi:

“Bu tanımdan ‘Türkiyelilik’ gibi tanımlara ulaşılabileceğini düşünmek ve bu şekilde değerlendirmeler yapmak; hem ATATÜRK'ün ‘Türk Milleti’ tanımını niçin yaptığını, hem de ‘ulus devlet’ kavramının ne anlama geldiğini anlayamamak ve konuyu saptırmak demektir. Ulus-devlet yapısı içinde, bu şekildeki düşüncelerin yeri olamaz.”
(17 Nisan tarihli, BN -31 / 09 nolu bilgi notu)

Birincisi, bir ulus devlet düşünün ki tebasını düşüncesine göre belirliyor. İçinde bazı düşüncelere yer olmayan ulus-devlet, düşüncelerin bile tepedeki tek merkezden belirlendiği korporatif faşist devlettir. Bu genelkurmayın özlemini dile getirmektedir. Naziler ırka göre ayrım yapıp asıp kesmişler, bizimkiler de düşünceye göre yapmak istiyorlar! Gerçekte bunu zaten yapageldiler, bu konuda uzmandırlar. İkincisi, epeydir bu devletle tek bir ortak değerimiz yoktu ama hasbelkader aynı dili konuşuyorduk. Artık ortak bir Türkçe’ye bile sahip değiliz. Türkiye halkı diyeceğiz ama Türkiyeli demeyeceğiz. Nereli yahu bu halk? Uzaylı mı? Adı Türk ama sıfatı Türk değil! Üçüncüsü, asıl üzerinde düşünülmesi gereken, neden şimdi de hayatı böyle ulus-devlet kalıbına zorla, ite kaka sokma çabası içinde olduklarıdır. Ben bunun masum bir küt kafalılık, ya da ideolojik propaganda falan olduğunu sanmıyorum.

Kanımca oynadıkları oyun icabı böyle yapıyorlar. Apo Türkiye devletinin adamıdır ve bir noktada Kürdistan’ın dört parçasını Türkiye çatısı altında birleştirme ve bunu Kürt halkının isteği olarak Avrupa kamuoyuna yedirme “hizmeti” yapacaktır. Bu DDT’nin planıdır. Kürdistan, özerk bölge ya da eyalet olacaktır. Geçmişte 2000’li yılların başında Tayyip Erdoğan, geçen yıl da Kenan Evren, eyalet sistemine düzdükleri övgüyle bunun hazırlığına katkıda bulunmuşlardır. Bunu yapmak için, Türkiye’yi ille de ABD’ye benzetecekler ki bir noktada altından eyaletler belirsin. Bu nedenle Obama’ya gönderme de yapılmaktadır. Ama basit bazı olgular unutulmaktadır.

ABD’nin Amerikası, coğrafi bir addır. Çeşitli ulusal kökenlerden, dinlerden insanların, kendilerini Amerikalı diye tanımlamaları olağandır. Çünkü orada, o coğrafyada yaşadıkları tartışmasız bir olgudur. Ama Türkiye’nin coğrafi adı Anadolu’dur. Türkiye ise, burada Kürtler vb, de olduğu halde, Türklerin diyarı çağrışımı yapmaktadır. Bir yandan, ulus devlet diye bağrıp, bir yandan da adına Türkiye dedin mi, öteki ulus ve ulusal azınlıklar için, Türk ulusunun egemenliğinde bir hapisane anlamı çıkmaktadır. Adını değiştiremezler. Atatürkçülük oyun üretimlerinde ideolojik hammadde olarak kullanılmaktadır. Özel olarak coğrafyayı vurgulayamazlar çünkü bu coğrafyanın dışına taşmak için oyunlar yapılmaktadır. Anadolu onların yayılmacı özlemlerinin yanında çok küçük kalmaktadır. Bu kördüğümü allem edip kallem edip nasıl çözeceklerini zaman gösterecektir. İşleri zordur.
a
 
Ermenistan'a kapıyı kanla açıyorlar / Devam
Rusya Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine saldırdı. Savaş, Batı ile tek bağı Gürcistan üzerinden olan Ermenistan için bir tür ablukaydı. İmaj: Türkiye ile sınır kapısı açılmazsa Gürcistan üzerinden ticarete güvenilmez. ABD Gürcistan’a yardım edeceğim diye tutturdu, sözde yardım taşıyan koca savaş gemilerini Boğazlar’dan geçirdi. Gazeteler bunu, Montrö nedeniyle ABD ile Türkiye arasında “kriz” manşetiyle verdi. Oysa gemiler tek tek geçtiği sürece, Montrö’ye göre kriz falan değildi. Medya istenen imajı yaratmak için haberi böyle verdi. İmaj: Türkiye’nin arası ABD ile de iyi değil. Ermenistan Türkiye’ye elini uzatırsa ABD’ye kolunu kaptırmaz. Bir anda öyle bir Türkiye resmi çizildi ki, Ermenistan’ın bazı korkuları kışkırtıldı, bazıları ise yatıştırıldı. Hemen ardından maç ve Gül’ün Ermenistan ziyareti geldi. Ve bunun ardından da, yol haritası denen anlaşma piyasada belirdi. Bu arada Obama'nın yaptığı konuşmada "katliam" sözcüğünü kullanmayıp "büyük felaket" demesi Ermenistan'ın bu açıdan ABD'den umudunu tüketti.

Ermeni işgali altındaki bölgeler kurtarılmadan, Ermenistan’ın, Türkiye ile yakınlaşması Azeriler’i rahatsız etti. Ermenistan’a, senin uğruna Azerbaycan’ı bile es geçerim havası verilmesi için, bir ölçüde bu istenmekteydi. Hatta Babacan’ın bir Azeri bakanı azarladığı söylendi, sonra da buna hayal ürünü dendi. Azerbaycan’da devletin çekirdek kadroları DDT’nin denetimindedir. Rusya ortak derin devletin içindedir. Yani derin düzeyde, Azerbaycan’ı kaçırmak söz konusu değildir. Ancak bu oyunlar, kamuoyu üzerine oynanmaktadır. Kamuoyunun rahatsızlığı görmemezlikten gelinemezdi. Bu nedenle Bakü’deki olay gerçekleştirildi.

Bu olay, çoğunluk için, gündemi saptırma, Türkiye’yi unutturma işi yaptı. Bazıları için, iş Rusların üzerine kalacak biçimde organize edildiğinden, Türkiye alyhine bir sonuç yaratmadı. Bazıları için ise tehdit anlamındaydı. Kapatın çenenizi, yoksa bu tür olaylar sık sık tekrarlanır! Cemil Çiçek, 7/1/2004 tarihinde şöyle demişti: "Türkiye, AB'ye alınmazsa Avrupa, radikalizmin çirkef yüzüyle karşı karşıya kalır...” (AKP'nin web sitesinden) Azeriler de kızgınlarını dizginlemezlerse radikalizmin çirkef yüzüyle karşı karşıya kalırlar demeye getirildi. 

Akla gelebilecek şöyle bir soruyu da hemen yanıtlayalım: Adam kendi de öldü, adama git öl mü dediler, o zaman nasıl oluyor da bu eylemi birileri yaptırmış oluyor? Bir kere, asıl maskeli iki adamın ateş ettiğine ilişkin söylentiler varmış. Bu adam kılıf olarak kullanılmış bir ruh hastası olabilir. İkincisi ve asıl önemlisi, sistemin elinde, beyin yıkayarak, frekans sözcükle emir vererek ya da ilaçlayarak istediğini yaptırma teknolojisi vardır. İntihar bombacılarının falan nasıl üretildiği sanılıyor ki? İnsanlık kan istemiyorsa bu sisteme son vermek zorundadır.